İnsanlar, tarih boyunca yer değiştirerek yenilendiler. Peygamberlerin, inanan insanların ve inanmayanların tarihi bu anlamda benzerlikler taşır. Hz. İbrahim peygamberin Hâcer ve İsmâil’le Mekke’ye göç ettirilmeleri, Hz. Musa’nın (as) Mısır’dan Kenan’a, Hz. İsa’ya (as) inanların Anadolu topraklarından geçerek Kuzey Akdeniz başta olmak üzere Avrupa’ya yayılmaları ile Hz. Muhammed’e (sav) inananların önce Habeşistan’a göç etmeleri, bir süre sonra da Peygamber Efendimiz (sav) öncülüğünde Medine’ye göçü vahye dayalı inanç dünyasında yaşanan hayatı ve büyük sıçramaları bize anlatır.

Pagan Roma, İspanya üzerinden Kuzey Afrika’yı geçerek Mısır’a uzandı ve tarihin önemli medeniyetlerinden birini kurdu. Roma’nın yıkılışı, Hunların Avrupa’ya yönelmeleri üzerine başlayan Gotlar ve Cermen göçleri sonucu gerçekleşir. Asya steplerinden başlayan göçler yerleşik hayata geçişin, yeni büyük devletlerin kuruluşunun ve Türk kavimlerinin İslam dinini benimseyerek yeni devletler kurmaları ile İslam medeniyetine öncülük etmelerini sağlamıştır. Kuzey Afrika’yı geçerek İspanya’ya yerleşen Müslümanların kurduğu Endülüs medeniyeti, Avrupa’da sekiz asır yaşadı ve Avrupa aydınlanmasının temellerini attı.

Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşu ve dünyada yeni bir güç olması, coğrafi keşiflerle başlayan göçler ve sömürgeci aklın egemenliği sonucu gerçekleşmiştir. Hatta ABD ve Kanada hâlâ nitelikli eğitim süreçlerinden geçmiş yetişmiş insanlara göçmenlik hakkı tanıyarak nüfusunu ve nüfuzunu dinamik tutmaya devam etmektedir.

İlkel kavmiyetçi tutkularla insanları ötekileştirenler ve birbirine karşı kışkırtanlar, bu hatırlatmalar ışığında yeniden düşünmeli ve insanlık için nasıl bir yenilenme ve yenileme umudu inşa edeceklerine yoğunlaşmalıdırlar.

**

Büyük Selçuklular’dan itibaren bu topraklarda birlikte yaşama imkanlarını inşa edenler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan dört yüz yıl sonra (1699 Karlofça Antlaşması) uyanıkken rüya görme tutkularını kaybettiler. Birlikte var olmanın dinamiklerinden uzaklaştılar; çünkü ani bir duraklama ile iç işlerinde ve yaşama biçimlerinde yeni arayışlara giriştiler. T. E. Lawrence’in İfade ettiği anlamda, “Gündüzleri rüya gören adamlar tehlikelidir; çünkü rüyalarını gerçekleştirmeye kalkmaya eğilimleri vardır” söyleminin ne kadar değerli ve doğru olduğu konusunda kafa yormaya ihtiyaç vardır. Bu coğrafyada düşünce iklimini yenilemeye, fikrî uyanışı diriltmeye, birlikte yaşama kültürel ortamını inşa etmeye, zihni gettolaşmalardan arınarak vicdani ve ahlâkî zeminde; siyasette, kültürde, mahallede, kasabada, kazada, ilde, ülkede ve dünyada birlikte yaşamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

XX. yüzyıl “İhtilaller Asrı” olarak tarihteki yerini aldı. Sovyet Ekim Devrimi, Çin Kültür Devrimi, Anadolu, Küba, Vietnam (…) devrimleri asır içinde gerçekleşti ve en büyük devrimlerden biri kabul edilen Sovyet Devrimi aynı yüzyıl içinde yıkıldı. Bir de adı geçen devrimler, insanların değerler hiyerarşisinde kıymet ifade eden manevi dinamikleri yok saydığından ve mutlu etme iddiasında olduğu insanlara yabancılaştığından hiçbiri insanlarına insanca yaşamaya değer bir dünya kuramadı. Sovyet sistemi “eşitlik ve insanlık” ideallerine bağlılık ve “tüm insanları eşit kılma ve mutlu etme” vaadi ile gerçekleşti; ancak milyonlarca insanın ölümüne, bir o kadar insanın sürgün ve zorunlu yer değişimine, farklı etnisite, inanç ve yaşama biçimini tercih eden pek çok insanı da asimilasyona maruz bırakarak ülkeyi enkaza çevirdi. Kültürel birlik temin etme adına sosyalist birliğe dahil ettiği tüm ulusların alfabelerini değiştirdi ve tek resmi dil olarak Rusçayı zorunlu kıldı. Sovyet devrimi polit büro mensupları dışında hiç kimse mutlu olmadı. Azınlıklar işkence, sürgün ve hapis cezalarına maruz kaldı. İnsanların inançlarının gereğini yerine getirmelerine izin verilmedi.

Çin kültür devrimi de coğrafyasında barış ve huzuru inşa etmekten uzak tezlerle ülkeyi yönetti. Ülkedeki etnik ve dini azınlıkların kimliğini tanımadı. Kendi dillerinde eğitim görme, inançlarını yaşama, inançlarını ardıllarına aktarma ve ibadet haklarını ortadan kaldırdı. Yaslandığı kültürel sosyalizm ile bir çözüme ulaşamayınca ülkenin sanayi, üretim ve finans sistemini kapitalizme teslim etti ve emperyalist ülkelerin “ucuz işgücü üssü” olarak zulümlerine devam ediyor.

Anadolu ihtilali yönetimde, dilde, eğitimde, yaşama biçiminde, kültür ve medeniyette köklerine reddi miras ederek kuruldu. Bir asır sonra köklerinden kopuşun acılarını hayatın tüm safhalarında yaşıyor. Ülke ne Doğu’ya ne Batı’ya ne de İslam’a ait olamamanın sancılarıyla sürekli bir savrulma halinde. Halkının çoğunluğu dindar ve muhafazakâr olan ülkede; etnik kimlikleri, dilleri, kültür ve inançları bir arada tutacak evrensel bir zemin inşa edilemedi. Dil, her on yılda bir yeni bir melezleştirme dalgasına maruz kalıyor. Geriye doğru her on yılda bir yayımlanmış kitapları okumak için Türkçeden Türkçeye tercüme yapıyoruz. 1927’de yayımlanmış metinlerin harflerini de bilmiyoruz. İstiklal Marşı’nı ve Nutuk’u yazıldığı alfabe ile sadece eski Türkçe bilen uzmanlar okuyabiliyor; pek çok kelimesini de anlamadan.

Bazen göçmen olmadığınız yerde dilde, dinde, kültür ve medeniyet anlayışında göçmen olabiliyorsunuz. Hâlâ her birimiz zihnimizin ve gönlümüzün bir yerinde biraz göçmeniz. Biz göçmenler, göçmenleri daha da göçmen –muhacir- mülteci olma kötümserliğine itmeden; onların eğitim görmelerini ve mümkün olduğunca çalışmalarını sağlayacak ortamlar kurmalı ve ülkelerine dönecek mültecilerin de orada mağdur olmadan üreterek yaşayacakları vasatı hazırlamaya çalışmalıyız. Yarın hiç kimse için mülteci ya da muhacir olmama ihtimali yok. Tepeden inmeci ihtilallere alkış tutan siyasetçiler, yeni yaşama umutlarımızı inşa etme vizyonundan mahrumlar. 

Ülkede endişe duygusunu körüklemek büyük yangınlara ve güven ortamının tutuşmasına zemin hazırlar. Siyaset, kültür çevreleri ve akl-ı selim sahibi münevverler öncelikle umudu yeşertecek, umut ve güven zeminini inşa edecek bir dil-üslup ve söylem geliştirmek sorumluluklarının gereğini yerine getirmeliler. Umudu yeşertecek her yeni ses, yüksek ahlâkî duyarlılığı ve ‘daha iyi’yi inşa edecektir. Saadet ve mutluluk ortamını olumsuzluk üzerine kurabilen hiçbir toplum yoktur. Kötümserlik ütopyaları ile iktidara yürüme hayali kuranlar da ülkelerine aidiyetleri hususunda yeni bir ufuk arayışına girmeli ve hiçbirimiz için başka bir ülke olmadığını, olmayacağının şuurunda olmalıdır.