Malların insanların maddi isteklerini karşılamada doğrudan kullanılmasını tüketim, malların bu şekilde istekleri karşılama özelliğini fayda ve fayda teşkil etme faaliyetini üretim olarak isimlendiriyoruz. Buna göre kapitalist iktisadi sistem çerçevesinde en önemli hedef, üretimi ve buna bağlı olarak tüketimi böylece refah düzeyini zaman içerisinde istikrarlı bir şekilde artırmak şeklinde belirginleşiyor.

Gelecek dönemde üretim kapasitesinin ve buna bağlı olarak tüketim harcamalarının artırılmasının yolu ise bugün daha az tüketip daha fazla tasarruf yaparak bu tasarrufları yatırım harcamalarına aktarmaktan (tüketim – birikim değiş tokuşu) geçiyor.

Özetle kapitalist iktisadi sistemin insan anlayışı maddî kaynakların olabildiğince çok üretilmesi ve tüketilmesi çerçevesinde şekillenmekte, nihai amaç sermaye birikiminin sürekliliğini sağlayarak kâr haddini artırmak kısaca iktisadi büyümeyi yakalamaktır.

Ekonomiyi ideolojiden soyutlayamayacağımıza göre bu çerçeveyi çizen iki ideolojinin varlığına dikkat çekmemiz gerekir. Sermaye birikiminin sürekliliğini sağlayarak kâr haddini yükseltmek Protestan Kalvinizmi ilahi takdir öğretisinin bir tezahürüdür. Protestan Kalvinizmi ilahi takdir öğretisi, günaha batan kulların tanrı için çalışması gerektiği öne sürerek, sonuçta varılacak noktanın kurtuluş mu yoksa ceza mı olacağının bilinemeyeceğine dikkat çeker.

Bundan dolayı bireyler kurtuluşa erecek seçilmiş kullardan olabilmek için bunun işaretlerini aramakla mükelleftir ki bu araç iktisaden zenginlik mertebesine erişmektir. Bu psikolojik öğretinin vurgusu ferdiyetçilik çerçevesidir.

O halde meselenin diğer boyutu ruh ve beden, madde ve ruh ayrımı yapmayan, bağımsız varlık-düşünce düalizmine karşı çıkan materyalist anlayıştan ibarettir. Maddî âlemin ötesinde hiçbir varlık alanı tanımayan bu ideoloji, maddeyi tek gerçek kabul etmekte, her şeyi ona indirgemektedir. Meseleyi bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman kapitalist iktisadi sistemin, manevî ve ahlâkî bütün değerleri dışarıda tuttuğu gerçeğine de erişiyoruz.

Kişisel çıkar ilkesi bağlamında tüketici kesimi fayda maksimizasyonunu; üretici kesimi kâr maksimizasyonunu kendisine amaç edinir. Bu çerçeve nominal değişkenler yerine reel değişkenler üzerinden rasyonellik çerçevesinde gelişir. Kapitalist iktisadî sistemin çerçevesinde üretim faktörlerinden her birinin faktör gelirini maksimize etmesine yönelik bu girişimi ahlâkî prensiplerden kopuş yaşayan karakter ile birlikte düşünüldüğünde emek ve sermaye arasında devamlı çatışma ortamını beraberinde getirmiştir.

Çünkü sermaye kesimi kâr maksimizasyonunu başarabilmek için emeği mümkün olan en az maliyetle çalıştırmak niyetindedir. Bu durum gelir dağılımında yaşanan eşitsizliğin öncelikli boyutunu yani gelirin sermaye ve emek kesimi arasındaki fonksiyonel dağılımından kaynaklanan eşitsizlik çerçevesini oluşturmaktadır.

Karl Marx, kapitalist iktisadi çerçevenin içsel dinamiklerinin bir tezahürü olan emek-sermaye çatışması sayesinde sistemin varlığını sürdürdüğüne dikkat çekerken sistemin sonunu yine bu çevreden kaynaklanan dinamiğin hazırlayacağı öngörüsünde bulunmaktadır.

Artı değerin pay edilmesi meselesinde kapitalist iktisadi sisteme güçlü bir reaksiyon olarak iktisadi düşünce tarihinde yerini alan Marksist iktisadın tatbikinde, kapitalist iktisadi sistemde sermaye sahiplerinin cebine giren kârı ifaden eden artı değer bürokrasinin kademeleri arasında paylaştırılmıştır. O halde fert kapitalizminin yerini devlet kapitalizmi, burjuvazinin yerini bürokrasi almıştır.