Yeryüzündeki kaynakların, insanların isteklerine göre sınırlı olduğunu düşündüğümüzde, iktisat biliminin varlık sebebini de, temel öznesini de kavrayabiliyoruz. Sosyal bir bilim dalı olan iktisadın öznesi insandır. İnsan yaşamının da dünya ve ahiret dengesi ile fert ve toplum dengesi şeklinde tasnif edebildiğimiz iki dengesi vardır. O halde kaynakların görece sınırlı olması beraberinde belirli bir kurallar bütününe göre değerlendirilmesini gerektiriyor ki, bu meselenin temelini de dünya ve ahiret dengesi ile fert ve toplum dengesine yönelik çerçeve oluşturuyor.

Düşünce tarihinde sanayi devrimi ile birlikte 1750’li yıllardan itibaren belirlemeye başlayan ve Adam Smith tarafından kuramsal çerçevesinin temelleri atılan kapitalist iktisadi sistem, aradan geçen yıllar boyunca kuramsal ve pratik birçok eleştiriye maruz kalsa bile tatbik sahasındaki işlerliğini sürdürüyor. İşlerliğini sürdürmesi ifadesi sizi aldatmasın, pozitif iktisadın alanından çıkıp normatif iktisadın alanına yönelmenin vakti geldi de geçiyor bile.

Batı’nın ideolojisinden soyutlanamayacak ekonomisinde insana bakış açısı, materyalizm çerçevesindedir. Her şeyin temelini maddeye indirgeyen bu anlayış bağlamında, insanların manevi duyguları yok sayılır, maddi boyutuna odaklanılır. O halde dünya ve ahiret dengesi yerine, dünya dengesi vardır ki o da tüketim ve refah meselesi şeklinde belirginleşir. Yani bütün iktisadi faaliyetlerin amacı üretimi, böylece tüketim ve refahı artırmaktır.

İktisadi mantığının temelinde alternatif maliyet, rasyonellik ve marjinal fayda teorisi bulunan bu sistem, ortaya koyduğu teorik çerçevede etkinlik, eşitlik, istikrar ve büyümenin her zaman sağlanacağını, toplumun veri kaynaklardan her zaman azami faydayı sağlayacağını öne sürer.

Tüketiciler tarafından daha çok tercih edilen malın önce fiyatı yükselmekte sonra da üretimi artırılmaktadır. Bu durumda hangi malların üretileceğini talep meselesi çerçevesinde büyük ölçüde ödeme gücü yüksek olan kesimin istekleri belirlemektedir.

Başka bir deyişle kaynaklar görece yüksek gelire sahip bireylerin talepleri doğrultusunda kullanılmakta, hangi mallardan ne kadar üretileceğini yüksek gelir grubuna dahil olan bireylerin talebi belirlemektedir. Sonuçta insanların yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan, zorunlu gereksinim malları haricinde zorunlu olmayan gereksinim malları üretimi ağırlık kazanmaktadır.

Kâr maksimizasyonunu amaçlayan firmalar üretim sürecinde kendilerine en düşük maliyeti sağlayacak girdi bileşimini tercih ederek faaliyet göstermektedirler. Girdi fiyatları, kaynak arz ve talep dengesine göre belirlenmekte ise de, durum büyük ölçüde işveren kesiminin lehinedir.

Aynı şekilde piyasa kapitalizminin detayları incelendiğinde üretilen malların doğru şekilde bölüşülmesinin (bölüşümde etkinlik) gerçekçi bir yaklaşım olmadığı görülecektir. Üretilen malların bölüşümü ödeme gücüne göre yapılmaktadır. O halde girdi piyasası dahilinde daha yüksek gelir elde eden bireyler daha yüksek tüketim haliyle refah seviyesine erişirken görece daha düşük gelire sahip bireyler daha az tüketim haliyle refah seviyesinde kalacak hatta temel gereksinimlerini bile karşılamakta güçlük çekecektir

Piyasa kapitalizminde kişiler, sahip olduğu kaynağın (üretim faktörü) miktarı ve fiyatına göre farklı düzeyde faktör geliri (ödeme gücü) elde etmektedir. Buna göre daha fazla kaynağa (toprak, sermaye, emek) sahip olanlar ve / veya sahip oldukları kaynağın fiyatı görece daha yüksek olanlar daha yüksek faktör geliri elde eder. Bu durum piyasa mekanizmasına dayalı gelir dağılımının adaletsiz olması ile sonuçlanmaktadır.