Türkiye'de hayatın her alanı tahrif edilmiş muhayyel algı üzerinden yürütülüyor.  Bu tartışmaların en hararetlilerinden biri son zamanlarda piyasaya sürüldü: Seçim Güvenliği! Mesele, kurucu dönemin temsilcisi olma iddiası ile ortalıkta ahkam kesen tepeden inmeci endişeli çevrelerin büyük oltası oluverdi. Bir yıl sonrası için bir algı ve yanılgı haritası çıkarma niyetiyle “hâkim sınıfın az gelişmiş” 'aydın siyaset erbabı' seçimlerin algıyla, hakikatin de bilgisizlikle kazanılamayacağını anlaması gerekiyor.

Algı, insanın büyük yanılgılarını genellemeye ve yanılgıyı 'doğruymuş gibi' benimsetmeye yönelik laf kalabalığı. Basit ve anlaşılır bir örnekle milyonlarca ton ağırlığındaki toprak yığınından bir iki altın parçacığı bulup "dağ altın dolu" palavrasına insanları inandırmak gibi bir şey. Seyirci / pasif insanın hakikat üzerinden meselelerine sahip çıkmaya, ülkeyi düze çıkaracak projelerde aktif görev almaya yöneltecek verilerle donatma yerine hayali algılarla meşgul ederek olmayan ve olma ihtimali olmayan şeye inandırmak ne kadar sahicidir? Algı, yalanla paralel sürdürülen ve medya üzerinden "sanal gerçeklik" sınırları içerisinde insanlara öğretiler/benimsetilen bir başka ifade ile yalanını, birilerine daha söyleterek birlikte inanılan ancak bir süre sonra inanılan şeyin mahiyetinin ne olduğu hususunda da mutabakat imkânı olmayan şey. Algı oluşturma, algıyı oluşturanın amacına hizmet eder; ancak her algı, yeni bir algı üretmeye açık olduğundan kimi zaman algı, üreticisine de zarar verebilir. Algı, bireyi ve toplumu muhayyel olanla veya inandığı / inandırıldığı değerle aldatmaktır.  

Terimin soy kütüğünü derinlerde aramaya gerek yok; çünkü bu sentetik ve nevzuhur ifade oldukça yeni. Referans alınabilir ilk kaynak 1987 tarihli, ABD Savunma Bakanlığı Askeri Terimler sözlüğüdür. Sözlüğe göre algı “Duygu, düşünce ve nesnel düşünceyi etkilemek amacıyla dinleyiciye/dinleyiciden seçili bilgi ve göstergeleri işaret vermek, saklamak için yapılan eylemler”dir.

Algı alanı ile meşgul olanlar, hedef kitlelerinin her hangi bir konuda düşüncelerinin olamayacağı varsayımı ile hareket ederler. Daha açık bir ifade ile kimseyi "adam yerine" koymazlar. Demokrasi, çoğulculuk, bireyin değerliliğine sığınarak ve bunların tamamını yok sayarak düzenlenen bu ikna yöntemi, sosyo-psikolojik bir manipülasyon olarak yüksek sesle dolaşıma sokulur. Farklı zamanlarda yapılan telkinlerle ikna edilen ve bağımlılıklarla etkiye açık hale getirilen insan toplulukları ‘sürü psikolojisi’ yardımıyla, istenen yöne yönlendirilir. Tepeden yuvarlanan ilk koyunun ardından sırasıyla tüm sürünün yuvarlanmasıyla zaferi kim kazanmıştır? Ürettikleri algı ile toplumu felakete sürüklemek isteyen algı mimarları insanları koyunlara denk görmeye devam ediyor.

Algı üretme, algıya inandırma ve inanılan algı üzerinden hayali bir toplumsal tepki üretme kimi zaman meşru bir propaganda gibi görünebilir; ancak bu görünüm çoklukla yanıltıcı manipülasyon olarak karşımıza çıkar. Son zamanlarda "Gezi Parkı Eylemleri" ile ilgili bazı televizyon kanallarında gösterilen fragmanlar, büyük bir masumiyetin destanı gibiydi. Meydanı gezen ve olup bitenleri gören biri olarak o görüntülerin nasıl bir araya getirilebildiği oldukça şaşırtıcıydı. İllegal afiş ve flamalar, terör örgütlerinin liderlerinin posterleriyle donatılan meydan ve meydanda yanan otobüsler, yoğun duman, tahrip edilmiş banka görüntülerinin hiç biri yoktu, algıya yönelik kurgulanmış görüntülerde. Molotof tutuşturan gençler de kırpılmıştı. Duvarlara ve yerlere çizilen nezaket ve ahlaktan bir iz taşımayan çizimler yok edilmiş, AKM’den sallanan afişler görmezden gelinmiş; bunların yerine bayrak sallayan cici çocuklar monte edilmiş.

Siyaset ortak değerler etrafında yapılır. Bu değerleri anlatmak için yapılan işe de propaganda denilir. Ancak propaganda ile algı arasında önemli farklar var. Propaganda kendini anlatma, sorunları teşhis etme, çözüm yollarını anlatma, vaatlerini duyurma iken; algı ahlâki-gayriahlâki argümanlarla üretilen gerçek dışı yöntem ve söylemlerle karşıt görüş sahiplerini yıpratacak sentetik ve gerçek dışı unsurlara başvurmaktır. Bu üslûp son zamanlarda gereğinden fazla servis ediliyor ve inandırıcılıktan uzak bu retorikten başarı bekleniyor.

Hakikat ile algıyı bir “kuşun hayatı algılayışı” düzeyinde kavrayanların, toplumun tüm mensuplarını aynı düzeydeymiş gibi düşünmeleri ve bunların çoğunlukta olmaları, bu çoklukla iktidar olmaları ülkenin felaketine sebep olur.

John Berger, “Kral -Bir Sokak Hikâyesi”nde- bize bir kırlangıç hikâyesi anlatır: “Kırlangıç yanlışlıkla bir odanın içine uçar. Dönmeye başlar, girdiği açık pencereyi bulamaz. Habire içlerinden gökyüzünü gördüğü pencere camlarından geçmeye çalışır. Giderek kanatlarını daha telaşlı çırpar, tahta bir kaynana zırıltısı gibi sesler çıkarır - hani o sapından tutup çevirdiklerinizden. Kuş cama inanmaz. Kendisini gökyüzünde zanneder, ama uçamadığını keşfeder. Kanatlarını çırparak duraksar. Tekrar camlardan birine doğru hamle yapar; sanki bu sefer hızı sayesinde içine hapsolduğu ağı parçalayabilecekmişçesine. Oysa cama çarpar ve sersemler. Her hamleden sonra küçük tüylerden oluşan kuş biçimli kutu daha kötü sarsılır ve kalbi kanatlarından hızlı çarpmaya başlar. Gagasının altında bir damla kan belirir. Cama her vurduğunda bir damla daha oluşur. Nihayet, son çılgınca savruluş sırasında bir mucize olur. Hedeflediği pencere camını şaşırır ve açık olandan geçer. Açık havada olduğunu hemen -daha kuyruğu çerçeveden çıkmadan- anlar. Bir cıvıltı çıkarır. Kısa, zor duyulan ama apaçık bir neşe cıvıltısı.”

Bu toplumu meydana getiren her bir fert, hangi meşakkatli yollardan geçerek bu toplumu, bu ülkeyi imar ve inşa ettiğini çok iyi biliyor. Algı mimarlarının yaslandığı Batı kalelerindeki çömezlerin ataları karşısında on asırlık bir mücadele ve var olma savaşını kazanmış toplumun kırlangıca denk bir algıya indirgenemeyeceğini birilerinin artık anlaması gerek.