Arif Ay, Dokuz Kandil'inde iyi kelam etmiştir onun hakkında. Geride kalan iyi adamlardan olduğunu bir de Arif Abi'den öğrendik.

Ömer Lekesiz, Dil ve Mesaj adlı enfes yapıtında Hasan Abi'yi akademisyenlere taş çıkarır, karikatür tahlilcilerine de çimen yoldurur bir halde resmetmiştir.

İsmet Özel, karikatürlerin ilk baskısı için yazdığı önsözde Hasan Abi'yi bir mihenk taşı gibi koymuştur önümüze.

Çizgileri ve hikâyeleri için onlarca yazı yazıldı. Onu sanal ortamda da reel ortamda da tanıdık ve bildik.

İlk karşılaşma?.. İlk bakışta aşk diyelim daha doğru olsun! Lise birinci sınıfta, daha tıfıl bir öğrenci iken, edebiyat öğretmenim Alaattin Şahin'in elime tutuşturduğu Kevir, Martı, Martin Eden, Günaha Son Çağrı kitapları arasından bizim lisenin ana koridoruna açılan sergiye doğru bir baktım; o gün bugündür gözümü o çizgilerden alamaz oldum.

Dört adam, bir uçuruma köprü olmuşlar ve insanların karşıya geçmeleri için kendilerini feda etmişler/yol etmişlerdi… Bir başka çizgi içimi çizip geçmişti: İki ayrı duvar üzerinde, birbirlerine ellerini uzatan adamlar; biri uzatabildiğince uzatmış, öteki uzatabileceğinden de öteye elini uzatmıştı! Ve son olarak, kuyuda kaval çalan adama uzatılan ip, bir kobra olup müziğin ritmiyle oynamaya durmuş… Bu üç çizgi hâlâ bakir durur sadrımda.

O sergi iki gün sonra apar topar kaldırıldı ana koridordan. Sanırım Alaattin Hoca, biraz da bu gibi hallerden dolayı sonraki sene müdür yardımcısı oldu. Her neyse, her kulun bir hikâyesi var işte.

Bir şarkının peşine düşen aşık misali Hasan Aycın'ı bulmak derdi düştü içime. Eskişehir’e uğradıkça Atasoy Abi anlattı zaman zaman. Adından ve çizgilerinden gayrı bir de Balıkesirli olduğunu öğrendiğim bu güzel sakallı, güzel gülüşlü adama bir mürit gibi bağlandım.

Yeni çizgileri Yedi İklim dergisinde yayımlanıyordu. Dergiyi bulduğum yerde alıyordum. Nedense "abone olmak" nedir o vakitler bilmiyormuşum demek ki…

Gün oldu, devran döndü; İstanbul'un yolları göründü! Geldiğim hafta içerisinde hangi cesaretle bilmiyorum ama Hasan Abi'nin peşine düştüm.

Allah’tan ilk günde buldum! O vakitler Divanyolu'nda bir ajansa vardım. Oradakiler de sağ olsunlar yakınlarda başka bir ajansta olduğunu söylediler. İçeriye birden dalıp, resimlerinden aşina olduğum Hasan Abi'nin ellerine yapıştım bir mürşidin eteklerinden tutarcasına. Mahcup ama o gülüşü insanı gönendiren adam, "Dur hele, kimsin, necisin, meramın nedir?" dediğinde, bir çırpıda anlattım çizgileriyle hayatımın geri kalanını çizip yeni kapılar açtığımı…

O üç resmin hikâyesini anlattı. Ben "entelektüel" bir fon kurmuştum o resimlere. "Duyarlılık" kelimesine ulaşmıştım, bilinç kavramının soğuk çehresiyle. O ise, uçurumdaki dört adamın Raşit Halifeler olduğunu söylediğinde, ıskaladığım asıl fonu görmüş, "sezgi ve imanı" basiretimin göremediğine yanmış, suspus olmuştum.

Hasan Abi'yi o günden sonra sık sık görür oldum. Zaman zaman da aralıklar verildi görüşmelere. Yedi İklim dergisinin haftalık sohbet toplantılarında ağabeylerimiz oturur muhabbet eder, zaman zaman da bize takılırlardı. Hoş, bazı günler o kapı önü de boş kalmıyor, benim gibi ağabeyleri dinlemek, ilk yazısını yayınlatmak isteyen arkadaşlar tarafından tutuluyordu.

Gün geldi, Hasan Abi, Merter'e çekildi. Bir sitenin bilmem kaçıncı katına tezgâhını kurup, nasibi için çalıştı-çalışıyor. O mekâna iki kere gittim. Her iki gidişimde de ağlamaklı; ellerim, yüreğim ve derdim dolu döndüm.

Beni adêm olduğuma sevindiren insandır Hasan Aycın! Neler anlattı?..

Neler anlatmadı ki, deyip kesmek var şu söz kalabalığını. Lakin anlattıkları bir ömre fazla gelecek güzellikte muhteşem ve bir o kadar da ağır yaralı sözlerdi. Ağır yaralı sözlerdi derken, sakın ola ki Hasan Abi nefsinden anlattı zannedilmesin.

Misal; kaç oğlu kaç kızı var bilmem. Ne alacağını ne de vereceğini bilmem. Bildiğim şu ki, maddi ve manevi manada "Ağabeylik" yapmıştır-yapmaktadır.

Onu tanıdığımda sakalı kırçıla kesmişti. Şu günlerde ak, pür-ü pak bir
sakala ermekte olduğunu biliyorum. Sakalını değirmende ağartmayan
adam, desem, sanırım o güzel gülüşüyle insanları ferahlatır, benim de
kulağımı çınlatır.

Hasan Aycın hakkında daha özel, daha güzel bir şeyler duymak isteyen, gitsin Merter'e demeyeceğim. Zira, o mekâna giden benim gibi kaçak dervişlerin haddi hesabı yok. Artık Balıkesir’e varmak gerekiyor, o gürül gürül akan ırmaktan nasiplenmek için. Ya da çizgilerini, adeta ayak izlerini takip eder gibi…

Hasan Abi'nin çizgilerini çizmesine nasıl vakit bulduğuna, son yıllarda yazdığı hikâye ve masalları hangi arada kaleme aldığına şaşıyor, hayret ediyor, O'na olan hayranlığım daha bir artıyor. Şunu diyebilirim sadece; sohbetinde bulunanlar şahittir ki insanın zamanı genişliyor, yüreğine inşirah geliyor Gönenli Mehmet Efendi topraklarından gelen o adamla birlikteyken.

Ahir zaman ateşini çizen insandır Hasan Aycın. Ahir zaman alametlerinden biri de "zamanın daralmasıdır" derler. Bocurgat'tan Asa'ya; Gece Yürüyüşü'nden Kulbar'a şöyle dünyadan silkinip bir baktığınızda zamanınızın genişlediğine şahit olacaksınız.

Zamanı geniş kılan dua gibi bir metin okumak isterseniz Esrarname ve Müşahedât adlı eserlerini okumanızı öneririm. Zira, "şahit olmak- tanık olmak- göz olmak- ibn-i Arabî'yi anlamak- nazar kılmak- Basîr Olanı düşünmek" Hasan Aycın çizgi ve yazılarında kanlı canlı bir hâl alıyor.

“Neden çizgi?” diye soranlara Hz. Musa'nın bir sözünü hatırlatır Hasan Aycın: "Allah Hz. Musa'ya: 'Elindeki nedir?' diye sorduğunda, Hz. Musa: Bu benim âsâmdır… " Nasıl ki dünyaya âsâsı ile dokunmuş ve işlerini âsâsı ile halletmişse Hz. Musa, Hasan Aycın da çizgisiyle adeta içimizdeki Kızıldeniz’i ikiye bölmüş ve kızıl kanımıza canlılık gelmiştir.

Her bir çizgisi ayrı ayrı kitaplarda tefsir edilecek- yorumlanacak kadar kıymetli olan Hasan Aycın  karikatürleri, silinmek istenen "insan-ı kamil'e" fırça izleri arasından boy vermiştir.

Hasan Aycın Ağabeyime acil şifalar diliyorum. Dua ve hürmetlerimle.