İnsan hayalleriyle vardır bence bu âlemde. Hayal ettiği ve hayalinin yolundan gittiği kadardır insan. Ve hayallerini terk ettiği gün kaybettiği ve kaybolduğu gündür.

Bizden uzunca bir vakittir aldıkları ve hatta zorla ve işkenceler ederek çaldıkları en mühim şeylerden biri de hayallerimizdir bence. Ve onlardan istemeyerek de olsa vazgeçtiğimiz günden beri başkalarının uydurma ve eğreti hayallerini yaşamaya mecbur olduk bizler. Oysa bir hazinenin üzerinde yaşayıp da fakirlik çeken insanlar gibiydik. Çok uzaklarda aradıklarımızın aslında çok hem de çok fazla yakınımızda olduğunu anlamamız için evvela gönüllerimize zerk ettikleri ve bize kendimizi bile unutturan zehirlerden kurtulmamız gerekti.

Benim dünyamda inanmak kazanmak manasına gelir kâri. İnanmış adamlar ölseler de kaybetmezler bence. Onların ölümü dahi bir zaferin hem de büyük bir zaferin nişanıdır. Biz tam da böyle adamların torunlarıyız. Allah’a sapasağlam inanmış ve O’nun davasında kendini bir nefer saymış ve Orta Asya’nın bozkırlarından çıkıp da yaşadığımız bu toprakları vatan etmek için cihana kafa tutmuş ve ölse de zafer kazanmış adamların torunları…

Anadolu’nun her karışını gezdiğimde kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve o mayanın halen dahi tazecik durduğunu görüyorum ben. Amasya’da elinde tuttuğu kitaplarıyla gözlerinin içi parlayan genç kardeşimde de Malatya’da kucağındaki bebeğiyle gözlerinin içinde umut olan annenin bebeğinde de Sivas’ta “iyi ki geldiniz abi” diyerek bizi evinden biri gibi karşılayan gençte de aynını buluyorum.

Her yerde söylediğim cümleyi bir kez de buradan söyleyeyim; bu memleketin anaları sadece çocuk doğurmuyor aynı zamanda kahramanlar doğuruyor. Hayalleri kendinden büyük gayesi davası kendinden büyük kahramanlar doğuruyor.

Öyle olmasaydı on dört temmuz günü hiç tanımadığımız Ömer Halisdemir’i on beş temmuzda nereden tanırdık ki biz? Neden bunca bir kahramanlığı yapsındı ve neden her birimiz için ve bu vatan için bir an tereddüt etmeden, gözünü kırpmadan kendini feda etsindi?

İşte ben her yerde ve her şehirde şairin dediği gibi fıtratın değişmediği ve aynı kanı aynı ruhu aynı hissiyatı taşıyan insanları gördükçe umutla dönüyorum evime.  Onlardaki heyecan beni yeniden ve yeniden şevke getiriyor.

“Abi” diyor bir kardeşim” bu kadar fazla ve peş peşe şehirlere gidiyorsunuz da yorulmuyor musunuz hiç?”

Beden yoruluyor belki ama ruhum her yerde bu güzellikleri gördükçe yorgunluk denen halin varlığını bile kabul etmiyor.