Gençlerin “Ateizm” veya “Deizm” gibi sapkın inançlara yöneldiğiyle ilgili sözleri, artık çokça duyar olduk. Bu gibi tehlikeli inanış biçimlerine yönelmenin altında yatan sebeplerden biri de, isminin başına “Profesör” sıfatı eklenmiş “bazılarının” sarf ettiği sözlerdir.

Profesör” denilen birisi bir gün çıkıyor, “Dışkımı yedim” diyor. Bir başka gün çıkıyor “Ateistim” diyor. Bir başka gün de çıkıp, Peygamberlerin var olup olmadığıyla ilgili, kafasında oluşturduğu saçma sapan fikirleri beyan ediyor. Bu zevatı gören gençler de; tertemiz beyinlerindeki birkaç bilgi kırıntısına, “Profesör ünvanlı kişi”nin söylediklerini de ekleyerek özgürlüğün tadını (!) çıkarıyor. “Profesör”ün bu unvanı aldığı dalın jeoloji mi, arkeoloji mi, mühendislik mi olduğuna bakmıyor bile. Adam profesör olmuş ya; gerisi teferruat geliyor…

Geçtiğimiz günlerde, arkadaşlarımın bahsettiği bir videoyu izledim. Televizyon programının bir bölümünde bahsi geçen profesörlerin belki de en meşhuru, Hazreti İbrahim ve Musa peygamberlerin aslında yaşamadığını, tarihin bunu kabul etmediğini ve de bunların bir masal olduğunu yumurtlamış. Yanındaki başka bir “profesör” de bu sözleri destekleyerek, vahim olayı bir adım ileri götürmüş.  Hazreti İsa’yı da saçmalıklarının içine dahil etme hadsizliğine düşmüş…

Evvela şunun iyi bilinmesi lazımdır. Bir şeyi kabul etmemek başkadır, inkâr etmek ise başka... Kabul etmemek çok kolaydır. Çünkü hükümsüzlüktür. Ama inkâr etmek, yokluğunu iddia etmektir, bir hükümdür. Bu dünyanın en zor şeyidir. Çünkü yokluğun isbatı tamamen ihata ve ıttıla ile olabilir. Bu da gündüzü geceye çevirmek gibi zordur. Fakat kabul etmemek gözünü kapamaya benzer, çok kolaydır. Bu sebeble zayıf ve aciz insanlar muhalefet etmek, kabul etmemek, tahrip etmek tarafına meylederler. Kabul etmemelerini de inkâr etmek gibi gösterirler ki, kendilerinde harika bir iktidar var gibi göstersinler.

Şimdi Hz. İbrahim ve Musa’nın vücudunu kabul etmemek kolaydır. Cehaletini itiraf etmektir ve bu bir tercihtir. Ama ret ve inkâr etmek, kimsenin haddine değildir. Böyle bir inkârın ispatı mümkün de değildir. İlmî bir şey gibi göstermek ise, tam manasıyla hadsizliktir.

Yukarıda bahsettiğim “Profesör”ün kaçırdığı bir husus da inkâr ettiği konuların tevatürle gelmesidir. Tevatür kelimesi halk arasında söylenti manasında kullanılıyor. Bu yanlış bir kullanımdır. Buradaki kastım, mantık ilmindeki tevatür terimidir. Tevatür yalanda ittifak etmeleri mümkün olmayacak derecede bir kalabalığın meşhudata dayanan haberleridir. Bu yakini ifade eden aklî bir bürhandır. Tevatürle zamanımıza kadar ulaşan bu ve bu gibi konuları inkâr etmek, büyük bir hata olur.

Sırf şöhret olmak veya şöhretini artırmak için böyle absürt bir yolu seçen sapkın birinin hatırı için, mezkur peygamberleri kabrinden mi kaldıralım?

Hem bir fende ve bir sanatta mütehassıs bir-iki zatın, o fen ve o sanata ait fikirlerine karşın, onda ihtisası olmayan bin adamın muhalif fikirleri geçersizdir. Mesela matbaa işinde mütehassıs bir adamın, matbaayla alakalı bir konudaki fikri, matbaacı olmayan bin adamın (Başka alanlarda uzman olsalar dahi) fikrinden üstündür.

Kendi dışkısıyla uğraşmak”la şöhret bulan bu zatın beyanıyla şüpheye düşen bir kişi, aslında nefs ve hevasının okşanmasını istemektedir. Bu yüzden o saçmalıklara itibar eder. Bu saçmalıkları “Özgürlük” kelimesiyle soslayarak “Ateizm” ve “Deizm”in karanlık sularına yelken açar. Çünkü onlar heva ve nefslerinin kölesi olmuşlardır.

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…