Çok garip bir zamanda yaşar olduk. Öyle ki kimin kim olduğu, kimin kiminle olduğu evvelden belli olmazdı. Yani şöyle at iz it izine karışmıştı ve gerçekten de kimin kim olduğunu bilmek için derin bir tecessüs sağlam bir feraset gerekirdi. Ama dost belli düşman belliydi. Şimdi hiç değil, hiç öyle değil.

Her haliyle bizim bir şekilde önümüzü kesen adamlar gözümüzün önünde olurdu evvelden. Bilirdin, ona göre hareket ederdin. Şimdiyse kuzu postunda kurt dolu her bir yan ve hepsinin de çobanı aynı sanki.

Tuhaf bir durum yani. Tuhaf ve zorlu bir durum.

Ben bu ahval içinde bütün olan, yapılan ve yaptırılanların bizi birbirimize düşürmek için olduğuna inanıyorum. Kavgayı kendi aramızda vermemiz, gücümüzü burada tüketmemiz, yarayı kendimize vermemiz için bütün bu olanlar. Ve elbette ki bir sebebi var. Tarihten bir olayla anlatayım:

Sultan Alparslan, Malazgirt Meydanı’ndan zaferle çıkınca etrafındaki beylerine komutanlarına “Şimdi Anadolu’nun her bir yanına kartallar gibi yayılın demişti. O yiğitlerin her biri “Atımızın gittiği her yer bizimdir” fehvasınca yollara düştüler. Her biri yana dağıldı her biri bir diyarı yurt tuttu.

Ama aralarından garip bir adam çıktı. Selçuklu hanedanındandı ve hatta taht iddiası olabilir diye ona da yol verilmişti. Öyle bir girdi ki Anadolu’ya Urfa, Adana, Antakya derken İznik’e kadar vardı. İznik Bizans için kutsal şehir, başkentlerinden biri. Yıl 1075. Yani Malazgirt zaferinden sadece dört yıl sonrası. İznik Ayasofya’sını camiye çevirip ezan sesiyle süslüyor. Ve durmuyor. İstanbul’a sürüyor atını. Üsküdar’a kadar varıyor. Yıl 1081 yani Anadolu’ya girdikten sadece on sene sonra. Ayasofya’yı görüyor. Niyeti, maksadı, gayesi asıl bu büyük Ayasofya’da ezan sesini yükseltmek.

Ama bir şey oluyor. Ardında, bizimkiler birbirleriyle bir kavgaya tutuşuyorlar. Birbirleriyle dövüşüyorlar. Çıkıp geri dönmeye mecbur kalıyor. Bizans ile Dragos Çayı Anlaşması’nı yapıp da çekiliyor geriye.

Bu geriye çekiliş bize neye mal oluyor biliyor musunuz? Yaklaşık dört yüz seneye. Onun gelip de neredeyse kapısına dayandığı Ayasofya’dan içeri girmemiz için neredeyse bir dört yüz sene daha beklememiz gerekti.

Şimdi bunu neden anlattım. Bilin ki bu memlekette bizi bir şekilde birbirimizle kavgaya tutuşturuyorlarsa ve birbirimize düşürüyorlarsa muhakkak büyük bir şeyleri başarmış ya da başarıyoruz demektir. Şimdi de tam öyle bence. Yine aynı oyun yine aynı hile. Biz birbirimizle kavgaya düşmüşken onlar yoldan döndürecek bizi.

Ama bizim bir dört yüz sene daha beklemeye tahammülümüz yok.

Olmamalı…