İnsanın et ve kemikten ibaret olmadığının ve sadece onunla var olup yok olmadığının, en şahsiyet bulmuş hallerinden biridir II. Abdülhamit…

Bedenine ne olup-olmadığı elbette önemlidir lakin daha önemli olan şey bıraktığı mefkureye ne olup-olmadığıdır…

Mefkuresinin bugün dimdik ayakta olduğunu ve hala yenilmediğini, yapılan saldırılardan anlamak mümkündür…

Hiçbir akıl ölüye ya da bir boşluğa saldırmaz…

Eğer bir saldırı varsa hala ortada birileri için tehdit olamaya devam eden dipdiri bir şey var demektir…

François Dosse: “Ölüler dirilerden daha güçlüdür” sözünü sanki II. Abdülhamit için ayrıca söylemiş gibi…

Yarım kalan hesaplar, nesillerin kavgasıyla tahsil edilmeye çalışılıyor; arkasında dimdik duran II. Abdülhamit gerçeği ile…

Altında yatan gerçek sebepleri irdelemeden yaftalamaya çalışanlar ile ona hak verenlerin mücadelesi dimdik ayakta ve hala bugüne şekil vermeye devam ediyor…  

Yanlış ve saptırılmış bilgilerle zihinleri tamamen kirletilmiş nesillerle, buna direnenlerin mücadelesi bitmedi, kısa sürede bitecek gibi de görünmüyor...

“Geçmişte yaşanmış ama geçmemiş” ne de çok sancımız var ve hep o sancıyan yerden yumruk atıyorlar...

İnşa'Allah tedavi edebiliriz sancılarımızı ve hesabı da ülkemizden yana karla kapatabiliriz...

Lakin o da kolay olmayacak kuşkusuz…

“Tarih icadıyla” hafızaları sıfırlamaya çalışanların hiç hesap etmediği gelişmeler, hafızayı yaşatanlarla hafızası silinenler arasındaki çatışmalar, sanıldığından çok daha derinlerdedir…  

Kendi kendine Kültürel Soykırım uygulayan kaç millet vardır bizim gibi?

Tarihine, inancına, müziğine savaş açarak…

Ne diyordu Prof. Dr. Teoman Duralı Hoca: “Gen soykırımının kılıç artığı vardır ama kültürel soykırımdan kimse sağ kurtulamaz…”

Evet, en sağlıklı olanımızın bile, değerlerinin ciddi anlamda yaralı olduğu çok açık…

Şayegan’ın ifadesiyle; “Yaralı bilinç” sahibiyiz hepimiz; az ya da çok…

Dışardaki suçlular Renan gibi sadece sufle verdi, azmettirdi; “Sizi geri bırakan İslâm’dı” diyerek; ama ne yazık ki kültürel katliamı, “bizden” olan gönüllüler yaptı…

Bugün, “Yerin dibine batsın bu siyaset anlayışı” dedirten öfkeden, yalandan, iftiradan, tiyatrodan beslenen siyasetçileri yetiştiren yaralanmış zihinlerden daha acınası halimiz yok bizim…

İsmini andığımız, anmaya devam ettiğimiz her şahsiyet binlerce yıl önce aramızdan ayrılmış olsa da hala bugünün aktörü olarak şekil vermeye devam ediyorlar…    

Onlara karşı en büyük borcumuz, mefkurelerini doğru anlamak ve çarpıtmadan aktarmaktır…

Artık kendisini savunamayacak her şahsiyetin -en azından- vicdanla anılmaya hakkı vardır…

Hele de II. Abdülhamit gibi kendisini milleti için feda etmiş biri ise…

Abdülhamit Hana inanalar unu, “zorba” diyenlerin zorbalığından mutlaka kurtaracaktır…

Tarihte bugün yani 27 May. 1960 darbesiyle zulme uğrayan Adnan Menderes’i de…

Milleti için kendini feda etmiş her ecdadımıza rahmet ve minnetle yad ediyorum…

Dua ile…