Son dönemlerin çok beğenilen TRT yapımı “Gönül Dağı” dizisi insanın ne olduğuna dair yeni bir sorgulamayı hepimizin idrakine sundu; “İnsan insan derler, insan nedir bildin mi?” repliği ile…

Mark Twain de “İnsan nedir?” sorusuna, yazdığı kitapta bir yaşlı ve gencin diyaloglarıyla cevap aramıştı…  

Muhyiddin Abdal ise meşhur şiirinde;

“İnsan, insan derler idi

İnsan nedir şimdi bildim

Can can deyu söylerlerdi

Ben can nedir şimdi bildim”

Dizeleriyle, insanın ne olduğuna dair soru işaretlerini hallettiğini söyler…

Yine insanın ne olduğu sorusunun cevabını bulan başka bir deha da İbn Sînâ’dır…

O, insanın, “bilen canlı” şeklindeki kadim tanımına çok derin bir boyut kazandırarak, “bilen, bildiğini bilen, bildiğini bildiğini de bilen” olarak yeniden tanımlamıştır...

Zira felsefede de insanı hayvandan ayıran en önemli şeyin, “hayvanın yaşadığının farkında olması, insanın ise farkında olduğunun da farkında olması” olduğu vurgulanır…

Hulasası şu; “İnsanın ne olup-ne olmadığı” meselesi, insanın en temel arayışlarından biri olmuştur hep…

Bu arayış bugün de devam etmekle birlikte, manayı “sulandıran” çok ciddi muarızlar da çoğaldı…

Kazandığımız her mesafeyi sıfırlayarak, bizi her defasında adeta bebeklik çağına döndürmeye çalışan, hafızamızı çürüten, alzaymır yapan sinsi dijital tehditler gibi…

Fakat karalar bağlayacak değiliz; tarihte de hiç böyle olunmadı…

İnsan, her yeni durumu aşacak yol ve yöntemler bulmaya da devam etti bir yandan…

Hakikati kelimelere sığmadığında, yeni hakikatlerin kapısını aralamayı bildi hep…

Alimler, liderler insanlığı kapısız, penceresiz ve yolsuz bırakmadı çok şükür…

Hükmü gereği, batıl önce geldi hep ama hak gelince zail olmaktan kurtulamadı hiç…

Büyük kalabalıklar, girdikleri çıkmazlardan onları kurtaracak liderlerine, alimlerine Sehl-i mümteni (elde edilmesi hemen hemen imkânsız kolaylık) ile inandılar; belki bir kolaycılıktı bu aynı zamanda…

Liderlerinin ne yapacağını önceden bilemediler belki ama “bir şey yapacak, bir yol bulacak” diyerek inandıklarını teyit ettiler…

Onlara bu bakışı ve inancı öğreten, geçmişteki tıkanıklıkları aşan, yeni yollar bulan dahası, “bilen insan”ın “bulma” kabiliyetiyle bezenmiş liderleriydi, alimleriydi…  

Sayın Erdoğan’ın da bugün bu iltifatı görüyor olmasını, bir “illizyonist hayranlığı” olarak görenlerin, temel hakikatlerden kopmuş bir okumayla karşı karşıya oldukları aşikardır…

İllizyonistlik kabiliyeti olan sanatkarları da küçümsemiyorum tabi…

Erdoğan’a inananların, “Erdoğan şapkadan tavşan mı çıkaracak?” sorusuna verdiği cevabın, “Erdoğan/Reis bir şey yapacak” şeklinde olmasının, anlamsız ve bir illizyoniste bel bağlamak olmadığını ifade ediyorum sadece…  

“Hiç kimse görmek istemeyen biri kadar kör olamaz" diyen İbni Sina’yı yalancı çıkaracak değilsek, yine birilerine bu hakikati de gösteremeyeceğiz…

Onların gözlerini açacak tek hakikat; “Hükümdara bile hükmeden çıkarlar” gerçeğidir çünkü...

“En güzel sözler, dilin sınırında söylenir” diyor ya Prof. Dr. İbrahim Kalın...

Zorlanmayan sınır genişlemez zira...

Bugün yaşadığımız zorluklar da hem dünyanın hem de ülkemizin bugünkü kelimelerine sığmayan hakikatleridir…

Fakat bu, yeni kelimeler bulmaya en yakın olduğumuzun da işaretidir…   

“Bulma” kabiliyetlilerimiz, yine mutlaka bulacaklar o formülü; hep olduğu gibi…

Eğer dünyanın sonuna gelmediysek tabi...

Ve kırk yıldır yeni yolar bularak güven kazanan Erdoğan’da, inanıyorum ki yeni bir yol bulacak…

Onu ben de bilmiyorum ve aynı repliği, ona inananlarla birlikte tekrar ediyorum; “Reis bir yol bulacak; bulmalı…”

Eğer o yolları ondan önce birileri de bulmuş olsaydı, Erdoğan bir lider değil, vasatın sadece bir neferi olurdu çünkü…

Birçok millete -itiraf edemeseler de belki muhalefete- “Keşke Erdoğan gibi bir liderimiz olsaydı” dedirtmek de ona nasip olmazdı kuşkusuz…

Şapkadan tavşan değil ama yeni bir hakikat çıkaracağı çok daha isabetlidir…  

Tavşan bekleyenleri üzecek olsa da…