Ya da Şerif Mardin’in ifadesiyle, “efsunlu telaffuzlar…”

Öyle ya, vitaminler sadece beden için olamaz; ruhun vitaminleri de “efsunlu” sözler olmalı…

Biri ağızdan, diğeri kulaktan girmeli bünyeye…  

Büyük ve uzun ömürlü devletlerin, isimleriyle birlikte kullandıkları ve o isimleri telaffuz eden milletlerinin de adeta iyileştirici, koruyucu bir ilaç kapsülü gibi bir tane atıverdiklerinde, kendilerini güvende hissettikleri ifadelerden bahsediyorum…

Romalıların, “Roma Aeterne” yani “Ebedi Roma” ya da Fransızların, “La France eternelle” yani “Ebedi Fransa” veya Osmanlıların, “Devlet-i Ebedi-i Müddet-i Osmani” şeklindeki efsunlu telaffuzları gibi…

Kim bilir, belki de çok uzun yaşamalarının sebebi bu efsunlu kapsüllerdi…

Fakat hiçbir ilacın “kar” etmediği bütün “çürüme”ler gibi hepsi de çürümeye başladığında, aldıkları bu “efsunlu kapsüller” hastalıklarının delili sayıldı; zira “hasta olmayanın ilaca ihtiyacı olamaz”dı…

Ve fsunlu sözlerin anlamını belirleyen şeyler tarihsel koşullardı…

Yoksa neden bir “kapsül ifade” yüz yıllarca kabul görüp ve sonra bir anda reddedilsin ki…

Her güçlü devletin yıkılış hikayesi farklıdır; biz şimdilik bize bakmakla yetinelim…

Osmanlı zayıflayınca ve artık “çöküş” tehlikesi her gündeme geldiğinde; sihirli kapsülde de değişme oldu haliyle, yeni hap artık, “Hüda Negerde” yani “Allah korusun”du…

Eyvallah!

Elbette her şeyi koruyan, kollayan Allah’tır…

Şu hakikatle tabi: Her devlet güçlendikçe sekülerleşmeye, zayıfladıkça da manevi unsurlara daha çok yönelir…

“Kutsal Roma”, “Kutsal Rus Toprakları” gibi kapsül ifadeleri doğuran da, aynı hakikat değil miydi?  

Ve Allah, korkularıyla da imtihan eder, istikametini kaybedenleri…

Güçlü iken hatırlanmayıp, zayıfken sığınılan yaratıcı, insana dair bu uyanıklığı imtihansız da bırakabilirdi elbette; merhameti bol Padişah olarak…  

Bazen de, “korku girmiş bir yüreğin dışardan bir güçle yenilmesine gerek yok” diyerek kendi kendini yenmesine izin verir…

Zayıflar, “yendik” diye acınası bir zafere sarılsa da, “bütün büyük devletlerin kendi kendini yendiği” gerçeği bunun ispati değil mi?

Osmanlı’da bu hakikati tatmak zorunda kalanlardan oldu ne yazık ki…

Bugün, “siyasetin içini boşaltarak” anlamsız hale getirmeye çalışanlar yalan ve iftira kampanyalarıyla aynı hakikatin kapısını bir kez daha çalmak istiyorlar…

Zenginleşerek; "En zayıflarınızın yürüyüşüne göre hareket ediniz" hadis-i şerifinin sırını kaybedenler, yoklukla imtihan edilme ihtimalinin koşullarını zorluyor…

Ve bir kez daha “Kızıl Sultan, Korkunç Türk” diyerek, atalarını suçlayanların sesine kulak kesilip, “efsunlu söz” diye Batı’nın zehir kapsüllerini yutuyorlar…

Sonra kendilerinden geçerek, kelam-ı kibarlarımızı, atasözlerimizi, hadislerimizi, ayetlerimizi yalan ve iftiralarına delil yapıyorlar…

İzlerin karıştığı zor günler yaşıyoruz; iz bırakamama korkusuyla…

Çocuklarımız hangi izle bizi bulacak; derdi olan var mı?  

Ruhumuza iyi gelen, yan etkisiz efsunlu kapsül ifadelerimizi yeniden keşfetmek zorundayız…

Geç, olmadan!