8 Mayıs 1992'de asker giyimli kuralsız Ermeni güçler tarafından işgal edilen Şuşa’ya Sovyetler Birliği yönetimi yıllarında (1930) idari bölge statüsü verildi. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Kafkas müziğinin merkezi haline gelen Şuşa, "Küçük Paris", "Kafkas Sanat Tapınağı", "Azerbaycan Müziğinin Beşiği" ve "Kafkas Konservatuarı" olarak adlandırıldı. 8 Kasım 2020'de Ermeni işgalcilerin işgalinden kurtarılan Şuşa, uzun yıllar Azerbaycan kültür ve medeniyetinin, edebiyatının, halk şiir geleneğinin ve musikisinin beşiği olmuş ve bu şöhretini onlarca yıl sürdürmüştür.

Kadınların toplum içerisinde statülerinin tartışmalı olduğu tarihlerde Şuşa’da, Azeri kadınlarının kendilerini özgürce ifade edebildikleri, bilgi ve becerilerini ortaya koyabildikleri, şiir meclislerinde bir araya gelebildikleri öncü şehirlerden biridir. Vilayet Quliyev’in kaleme aldığı “Karabağ’ın Üç Şaireyi Möhteremesi” isimli eser XIX. asırda yaşamış Aşık Peri, Hurşitbanu Natevan ve Fatma Hanım Kamina’dan söz etmektedir. Quliyev kitabına “Azerbaycan’ın medeniyet payitahtı Şuşa’ya büyük ve ebedi dönüşün gerçekleştiği bu günlerde bu toprağın yitirdiği bütün edebiyat, ilim ve sanat insanları hakkında genişçe söz etmek, her birini insanlarımıza tanıtmak lazımdır” demektedir.

Azerbaycan tarihi ile ilgili kaynaklar şehrin 1752 yılında Karabağ hükümdarı Panah-Ali Han tarafından kurulduğunu, kuruluşunun ilk zamanlarında Şuşa adıyla birlikte hanın onuruna Panahabad olarak da anıldığından söz etmektedir.

Şuşa’da her objeye nakşedilen Harıbülbül, bölgedeki dağlarda yetişen ve dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanmayan endemik bir bitkidir. Çiçek, bir dala konmuş ve orada çiçek şekli almış bir bülbül görünümündedir.

Şuşa, kurulduğu tarihten itibaren bir kültür ve medeniyet şehri olarak temayüz etmiş ve işgal edilinceye kadar bu değerlerle anılagelmiştir.  XX. asrın başında Avrupalı gazetecilerin “Şuşa’nın görünüşü orta asır Avrupa şehirlerini hatırladır” tespiti önem arz eder. O tarihlerde Şuşa'da inşa edilmiş evler, kervansaraylar, mescitler, saray kompleksleri ve diğer mimari yapılar örneklik teşkil edecek niteliktedir. Şehrin sokakları taş döşelidir ve şehir on yedi düzenli mahalleden oluşmaktadır. Ermeniler, XX. yüz yılın başlarında Şuşa şehrinin Müslüman - Türk halkını Anadolu'daki halk ile eş zamanlı soykırıma tabi tutmuş ve Van’da yaptığı kundakçılığı Şuşa’da da yaparak şehrin önemli bir kısmını ateşe vermek suretiyle yok etmiştir. Bir asır sonra 8 Mayıs 1992'de Şuşa aynı kimliğe mensup insanlıktan uzak asker kıyafeti giymiş vandallar tarafından acımasızca işgal edilerek insansızlaştırılmıştır.

Ermeni işgal ve zulmünden kurtarılan ve Azerbaycan’ın kültür başkenti İlan edilen Şuşa’ya özel izinle yaptığımız seyahat tarih, mimari abideler ve işgalin izlerini bütün çıplaklığıyla sunuyordu. Karabağ’a dair kitaplar karıştırıldığında tarihin farklı kesitlerinde Ermenilerin acımasız zulümlerini sistematik hale getirdiği ve zulmü insanlara karşı işlediği suçlarla sınırlı tutmadığı da açıkça görülmektedir. Öyle ki Ermenilerin 1900’lü yılların başında Azerbaycanlılara karşı gerçekleştirdikleri hain saldırılarda şehit olanların defnedildiği yerlerdeki mezar taşlarının işgal sonrası tahrip edildiği fotoğraflarla belgelerdi.

Şuşa'da devletin süratle yürürlüğe koyduğu restorasyon ve imar faaliyetleri, yapılan envanter ve değerlendirme çalışmaları dikkat çekiyor. Kale burçlarında gözlemlediğim rastgele dökülen itinasız harçlarla yapılan restorasyonun özensizliği rahatsız ediciydi.

Şuşa girişinde korumaya alınan ve tadilatına başlanan Kutsal Kurtarıcı Katedrali örtülerek utancı gizlenen bir abide gibiydi. Ermeni işgali döneminde tahrip edilen şehirdeki camilerle eş zamanlı kilisede başlatılan restorasyon yüksek sesle konuklara ve dünyaya ‘mabetlere saygı ve birlikte yaşamaya’ olan bağlılığın, insanın insanlaşmasının bir mesajıydı. İşgalci Ermeni vandalizminin tahrip ettiği ve on yıllardır bakımsızlıktan yok olmaya terk edilen kültürel ve tarihi anıtlar, evler ve şehrin diğer sembollerinin restorasyonuna başlayan Azerbaycan, süratle şehri yaşanabilir kılma telaşında. Şuşa’da Azerbaycan yeniden milli ruh ve kültür tarihi ile buluşuyor.

**

Bir şair göçtü: Mevlana İdris

Mevlana İdris ismi bende hep 1989-90 yılını, Andırın’da yayımlanan İkindi Yazıları’nı ve ağabeyi merhum Nedim Ali’yi (Mehmet Ali Zengin) hatırlatır. O yıllarda Adana’nın ilçesi Kadirli’de yedek subay öğretmen olarak görev yapıyordum. Merhum Mehmet Ali ile yüz yüze görüşme imkânı bulmuş, İkindi Yazıları’nın edebiyatımıza getirdiği yeni ve özgün sesi konuşmuştuk. O da erken denecek bir yaşta vefat etti.

Mevlana İdris imzasıyla ilk şiiri “Bana Düşen Çizgiler” Mayıs 1988’de İkindi Yazıları’nda yayımlanır. İlk şiirinde “en açık ölümlerin önündeyim” diye seslenir. O sayıda kısa öz geçmişine eklenen mesajı hâlâ yürürlüktedir: "Adalet değerinin yer almadığı bir dünyada yaşamak zorunda olduğum için acı duyuyorum. Böyle bir dünyanın oluşmasında katkısı olmayan iki grup insan var yeryüzünde: Müslümanlar ve çocuklar. Bu hayatı sorgulayacak ve yorumlayacak olanlar da bunlardan başkası değildir. Çocukları büyütmek için uğraşmayın, onları, çocuk olarak bırakın, bu, onları büyütmek için yeter. Çocuklarla yürümek, büyümektir. Saflık ve doğalite, o oyunları hiçe çıkaran saflık buradadır çünkü."

Mevlana ile yollarımız İstanbul’da da kesişti. Cins bir kafaydı. Fuar ve edebiyat günleri vesilesiyle Maraş’ta da görüşme imkânımız oldu. TDED’de de çocuk edebiyatını konuşmuştu. Derdi olan inanmış bir adamdı. İkindi Yazıları’nın 100 Türk Büyüğü seri yazılarında Mevlana İdris’e de yer verilir: “1966, Andırın. Günümüzün bir dervişi. Onunla olmak,   dervişliği   paylaşmak ve hayatın tenha dehlizlerine sokulmak. İstanbul bir post ve şeyh. İdris o posta kurulmuş, bütün şairler ve bütün çocuklar onun müridi.   İstanbul onunla, onun şeyhleriyle soluk alıp veriyor. Tenhâ duraklardan nice zengin hayatlar devşiriyor. Karagümrük’te ehl-i tarik çaycı dedenin ufak   çayevinden Kumkapı'da Ermeni patrikhanesine, oradan yerin bir kat altında yaşayan Âşık Enîs'e bütün tenhâlar onun uğrağı.   Yeryüzündeki bütün çocukları  tanıyor. Neyzen. Şair. İstanbul Hukuk'u bitirdi. Nedim Ali'nin kardeşi. İki kardeş: Asr-ı saadetten günümüze iki ışık. Mevlâna: çocukların ve şairlerin şeyhi (k.s.)” [İkindi Yazıları, Mart 90; Sayı: 91] diye yazar.

Bir dost, çocuklarla dost bir Müslüman şair daha “Önden Gidenler” kervanına ismini yazdırdı. Rahmet ve dua.