Kimine göre başarılı, kimine göre başarısız bir eğitim öğretim yılını geride bırakıyoruz.

Geçen ay yayımlanan bir istatistik vardı, şehirlerin eğitim alanındaki başarılarını ölçmüşler.

Bu sıralamaya göre de kimi il yöneticileri takdir toplamış kimileri de tenkit edilmiş.

Önemlidir şehirlerin başarılı sayılmaları elbette.

Marifet varsa iltifat edilmesi de önemlidir.

Peki, neymiş bu başarı ve ölçütü?

Üniversiteye ve liseye giriş sınavlarında alınan puanlar...

Bunun dışında bir ölçütümüz yok.

Olmasına gerek var mı? Bence de yok!

Türkiye İstatistik Kurumu elindeki verilere göre hareket eder. Elindeki veriler de puanlar. Onlara sözümüz yok.

Bir avuç eğitimciyi bir kenara bırakarak ısrarla söylüyorum:

Türkiye’de illerin başarısını sınav puanlarına ve TÜİK’in verilerine göre değerlendiren herkes sakat düşünüyor demektir.

Akademik başarıyı bu kadar öncelemenin bir mantığı elbette var.

Sistem akademik başarıyı baz alıyor, çocukların basamak atlaması için.

Sistem, bakanlık, müfettişler, eğitim yöneticileri, öğretmenler, aileler öyle düşününce tabii ki TÜİK’in verileri en önemli veriler oluyor.

Takdir edilecekler listesi de buna göre sıralanıyor.

Bizler de havanda su dövmeye devam ediyoruz.

Yılmayacağız, havanda su dövmeye devam edeceğiz.

Diyeceğiz ki:

Başarı sıralamasında akademik puanlar tek başına yeterli olmasın!

Bir şehirde;
Sınavlarda başarılı olamayan gençlerden şu kadar genç meslek lisesine yönlendirildi ve bir meslek sahibi oldu,

Kötü alışkanlığı olan şu kadar çocuk bu alışkanlıklardan kurtarıldı.

Okullardaki kavgalarda, disiplin olaylarında ciddi bir azalma yaşandı.

Yalan söyleme sayısında gözle görülür düzelmeler oldu.

Gençler kendilerinin geleceğinin sadece üniversitelerde olmadığının bilincine vararak, üniversiteyi kazanamazsam mahvoldum, bittim hezeyanından kendilerini kurtardılar.

Okullarda geleneklerimize uygun davranışlarda artış gözlemlendi.

Çocuklar analarına, babalarına, öğretmenlerine daha saygılı, akranlarına karşı daha anlayışlı olmaya başladılar.

Çocukların israf konusunda bilinçleri gün geçtikçe artmaya başladı, doyumsuz ve şımarık bir nesil yerini daha kanaatkâr daha mütevazı bir nesle bırakmaya başladı.

Yakın ve uzak tarih konusunda gençler kendilerini eğitmeye başladı, okulda öğretilenlerin yeterli olmadığını fark ettiler.

Kütüphaneye gitme, ödünç kitap alma, telefonuna kitap okuma programları indirme konusunda ciddi bir artış göze çarpmaya başladı.

İyilik yapana teşekkür etmeyi öğrenen gençler, kendilerine sonsuz iyiliği bahşeden Allah’a şükretmeyi, O’na ibadet etmeyi öncelemeye başladılar.

Evde ebeveynlerinin boş işlerle uğraşmalarına, onların sürekli telefonla ilgilenmelerine, dedikodu yapmalarına, kendilerini ihmal etmelerine isyan etmeye başlayan genç sayısında artış gözlendi.

Listeyi daha da uzatmak mümkün de burada keselim…

Listeyi uzatmak mümkün ama bunların gerçekleşmesi mümkün mü?

Neden mümkün olmasın?

Her şeyi devletten bekleme garabetine düşmeden, eleştiriyi bırakıp kalıcı ve uygulanabilir çözümler üreterek işe başlayabiliriz…

En azından kendimizi geliştirebiliriz, zaten çocuğumuz da gelişir peşimiz sıra.

Unutmayın!

Hitler’in sabun fabrikasını kuranlar o dönemin en zeki ve çalışkan akademik yönden en başarılı mühendisleriydi.

15 Temmuz’da üzerimize bomba atanlar, 251 canımızı şehit edenler de ülkemizin en başarılı öğrencileriydi.