Diz kapaklarına kadar uzanan, o hatıralarda canlandırdıkları gibi kara, kapkara çizmeyi hiç sevmedi bu millet. Milletin alın teri ve döktüğü gözyaşıyla parlatılan kara çizme, baskıcı tek parti rejiminin sembolüydü adeta. Öyle ki filmlere dahi konu olmuştu.

İsmail Güneş’in yönetmenliğini, merhum Ömer Lütfi Mete’nin senaryosunu yazdığı Çizme Filmi’nde CHP’nin temsil ettiği anlayış, 1950 seçimlerini kaybetmesine rağmen halkın taleplerine direnen bir Nahiye Müdürü ve çizmesiyle sembolize edilmişti. Menderes iktidarıyla birlikte ezan yasağının kaldırıldığı haberini köy halkı duymasın diye radyoyu parçalayan Çizmehalka tepeden bakan otoritenin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Gerçek bir parti devletinin nasıl olduğunun en açık göstergesiydi. Hâkim oydu, savcı da. Halkın sorunlarının çözümü için değil, Ankara’nın demir yumruğunun milletin sırtında hissedilmesi için görev başındaydı. Sonunda halk galip gelecek, çizme dereye yuvarlanırken ezan sesleri köyün göğünü aydınlatacaktı.

Aradan geçen 70 yıl sonunda milletimiz çizmeyi bu defa yine devletinin ayağında gördü. Fakat artık despotik bir imge değil, milletine hizmet eden bir şefkat timsali olarak. Ankara’yı vuran sel felaketinde şehrin CHP’li Belediye Başkanı Mansur Yavaş makam odasında pırıl pırıl iskarpinleriyle arz-ı endam ederken, yanı başında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dizlerine kadar ıslandığı pantolonu ve iş çizmeleriyle yapılması gerekenleri anlatıyordu.

Bu çizmeyi yenemezsiniz.

Çünkü 2011’de Van’da deprem olduğunda Erdoğan’ın ayağındaydı. 295 ambulansın, 6 helikopterin ve iki uçakla 2400 personelin gece gündüz çalıştığını gördü bu millet. Sonunda yaralarının sarıldığını, şehrinde kısa sürede 27 bin konut, 17 okul, 139 iş merkezi ve 33 caminin yapılmasıyla gördü.

Bu çizmeyi 2020’de Elazığ ve Malatya depremle sarsıldığında bakanlarının ayağında gördü yine. Üç bakan, Süleyman Soylu, Murat Kurum ve Fahrettin Koca günlerce ayağından çıkarmadılar. Son vatandaş da enkazın altından çıkartılana, her bir depremzedenin boğazından sıcak bir çorba geçene kadar ayrılmadılar bölgeden. Oysa 6’lı masanın gözdelerinden İmamoğlu sabah yaptığı çadır ziyaretini, geceyi geçirdiği Palandöken’deki lüks kayak merkezinde sıcak çikolatasını yudumlayarak nihayetlendirmişti.

İstanbul kar felaketiyle boğuştuğunda, İmamoğlu İngiliz Büyükelçisi’yle yediği 45 bin liralık gizli yemekten başını kaldırabilseydi, çizmeleri ayağından çıkarmayan Hükümet’in bir yıl içinde Elazığ'da 3 bin konutu inşa edip hak sahiplerine dağıttığını görebilirdi.

O çizmeyi Kastamonu Bozkurt’u sel vurduğunda 10 bin personel ve 2 bin iş makinesiyle seferber olunduğunda; Sinop Ayancık’ın yıkılan köprüsü 3 ay bile geçmeden yeniden inşa edildiğinde devletinin ayağında gördü bu millet.

O çizme bir gün 1848 metre yüksekliğindeki Gabar’da PKK’yı ezen Mehmetçik’le bağdaş kurup iftar açan bakanın ayağındaydı. Diğer gün ülkedeki tersane sayısını 37’den 84’e, karayolu tünelini ise 83’ten 466’ya çıkaran Cumhurbaşkanı’nın…

İşte bu yüzden 1950’den bu yana, lastik çizmeyi ayağına giyenler, kara derili despot çizmeyle dolaşanları mağlup ediyorlar. Keşke anlasalar…