Zygmunt Bauman’ın şu tespitini tekrar hatırlayarak başlayalım: “Bugün yaşananlar bir demokrasi krizidir.”

Peki gerçekten de demokrasiler kriz üretir mi?

Bana göre “demokrasi”lere artık bu gözle de bakılmalı; “her derde deva iksir” olmanın ötesin…

Nedeni şu: Demokratik yapılar içerisinde iyi ile kötünün, yalan ile gerçeğin aynı değere sahip olabilmesi…

Buna bir de, günümüzde yaşanan ve çıkarların yönetilmesinde asimetrik unsur olarak terör örgütlerinin kullanılması meselesi eklenince durum daha da farklı bir boyut kazanıyor…

Burada “hak” konusunda da belirlenmiş ve bütün ulusların ittifak ettiği, hatta bir ülkedeki bütün toplumsal katmanların da ittifak ettiği genel geçer bir ölçüt olmayınca herkes farklı bir “hak” iddiasında bulunabiliyor…

“Plastik kavramlar”la örülü, ötesinde somutlaşmış hangi değeri savunduğu belli olmayan genel geçer ifadelere sığınan bir “hak” arayışı, bütün bakışları şaşılaştırabiliyor... 

Bu “hak” iddia etme durumu aslında çoğunlukla da “güçlü”nün belirlediği bir “hak” şeklinde tecelli ediyor ayrıca...

Yani güçlü -ama sadece iktidarlar değil- “Ben bunu hak olarak belirledim” dediğinde, zayıfların itirazı sadece “sızlanma” seviyesinde kalıyor...

Mesela bugün Suriye’de ya da Ukrayna’da yaşanan olaylarda hayatını kaybeden, evi-barkı yıkılmış insanlara “hak” tanıyan var mı?

Ya da onlara fikrini soran…

Ölenin “demokrasi”, öldürenin “demokrasi” dediği bir ortamda, demokrasinin kendisine dair de bir meselenin olduğunu düşünmek gerekmez mi?

Evet, özü itibariyle insanlık tarihinin ürettiği önemli bir seküler sistem olabilir demokrasi…

Fakat bugün insanlığın canını yakan, önemli krizleri ürettiğini de görmezden gelemeyiz...

“Demokrasi” kavramını “plastik” bir ifade olarak kullanan terör yapılarını nasıl inkâr edeceğiz…

Belçika’da, AB’nin merkezi konumunda olan yerlerde PKK’ya kurdurulan çadırların gerekçesinin de yine “demokratik hak” zemininden yürüdüğünü inkâr edebilir miyiz?

Aslında şunu ifade etmek istiyorum: Demokrasiler, kötülerin de rahatlıkla çeşitli kılıflar altında özgürce yaşamasına fırsat veren sistemlerdir...

İşte bugünkü önemli krizlerin sebebi de bu değişken, belirli bir dengesi olmayan tanımlardır...

Demokrasi, kendi geleceğini de yine kendi dinamikleriyle ürettiği bu krizlerden kurtarmak zorundadır…

Aksi hâlde bu durum, kendi geleceğini de riske ediyor...

Üstelik bu, sadece demokrasinin geleceğinin sınırlı olmasıyla ilgili bir durum değil, kendisini güvende hissedemeyen insanların farklı arayışlarının da temel sebebidir...

Demokrasiler dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi acının ve gözyaşının sebebine dair gerçek bir “hak” tanımlaması yapamaz ve ikircikli, güvensiz yapıların yaşamı için bir “sıklet merkezi” haline gelmeye devam ederlerse korkarım ki bu, kendi hakkını kendi aramak isteyen insanların yönelimiyle daha da güçlenecek olan terörün artmasına ve sonrasında da bu yapıları bastırma refleksiyle hareket edecek olan aşırı güvenlikçi, totaliter rejimlerin çoğalmasına zemin oluşturacaktır...

Görevini iyi ifa edemeyen her sistem, yeni arayışları davet eder…

Kılıfta sunulmuş her art-niyet mutlaka sistemin zaaflarından yararlanmaya çalışıyor demektir…

Bugün bir terör örgütünün siyasi uzantılarını TBMM’ye taşıyan şeyin de -plastik kavramlar marifetiyle- demokrasinin manipüle edilmesinden başkası olmadığını iyi biliyoruz…

Çoğu zaman “demokrasi, adalet” diyenin “kim” olduğundan endişe etmeyiz; ama onu koruyan “demokrasi”nin ne olduğunu da mutlaka sorgularız…

Günahlarıyla, sevaplarıyla bir demokrasi olarak…