“Batı’nın ya da ABD’nin sınırları nerede başlar nerede biter?” sorusu çok yönlü olmanın yanında, temelde iki bakışa sahip; içeriden ve dışarıdan olarak…

Sınırlar, tarih boyunca en çok şey konuşan coğrafyalar oldu; sürekli değişen, beliren ya da yok olan halleriyle…

Belirdiklerinde yeni bir devleti tanımladılar, yok olduklarında ise bir devletin iç karası ya da içkarası oldular…

Sınırların tarihini haritalardan izlemek mümkün; haritanın insan hayatına dahil olduğu günden beri…

Fiilen temsil ettikleri bir yer olmayan haritalar bile ciddi bir hafızayı temsil ediyorlar…

Var olan ya da yok olmuş sınırları temsil eden toprakları konuştursak neleri anlatırlar değil mi?

Hangi kahramanlıklara, acılara, yenilgilere şahit oldular kim bilir…

Kime korku ya da kime cesaret verdiler, temsil ettikleri iradenin uç beyleri olarak?

Hangi ticari geçişleri izlediler, hangi akışlara şahit oldular; insan ya da eşya olarak?

O kadar çok şey yazıldı ki sınırlar üzerine; ama yetmez, daha çok karşılaştırmalı çalışmalar yapılmalı…

Çok disiplinli çalışmalar, felsefi derinlikle yoğrulmalı…

Batı’nın, sınırlarına yüklediği anlamın tarihi izi iyi sürülmeli mesela…

Osmanlı korkusuyla çizilen Avusturya sınırı ne de çok şey söyler belki; öncesi ve sonrasıyla…

Şimdi uç sınır olarak görülen Yunanistan’ın ruh halini de anlatır belki…

Ya da sınır ötesi ve bütün tehditlerin durdurulması gereken yer olarak gördükleri Türkiye için…

ABD için durum çok daha farklıdır; kendisini süper güç olarak gördüğü için…

ABD’nin sınır meselesine bakışı daha çok imparatorlukları referans alır…

Yani sınır koymaz kendine; yeter ki gücünün yeteceğine kani olsun…

Yıllardır dünyanın neredeyse her yerinde yaşattığı acı ve gözyaşı bunun en net delili değil mi?

Güç aldığı en büyük şey yine gücüne güvenle aldığı davetler ya da mecbur ettiği davetlerdir…

Sonrası malum…

Birde kendi toprağında doyamayan, zulme uğrayanlar için sınırlar yok hükmündedir; yeter ki nefesinin yeteceğine kani olsun…

Nasıl olsa göze alınmıştır her şey; can bile… 

Hulasa sınırlar hiç susmayacak ve hep en acı hikayeleri anlatmaya devam edecekler; ara-sıra güzel şeyleri de tabi…

Ne Batı korkularını yenebileceği için ne de ABD jandarmalığından vaz geçeceği için hep ihlal edecekler dünyanın sınırlarını; göz göre göre üstelik…

“Sınır sancısı” yüksek ülkeler için çok derindir hikayeler; neyi böler ve çatıştırırlar iyi bakmalı…

En azından adil bir nöbet değişimine kadar sınırlara çok iyi bakmalı, bakacak güç toplamalı…

Bu çok konuşkan şahide anlatacak güzel hikayeler izletmeli…

Tıpkı sınırları “derviş” ruhuyla geçen ve önce gönülleri fetheden ecdadımız gibi…