Eskiler “rahmet ile zahmet arasında bir nokta kadar fark vardır” diyorlar. O kadardır hepi topu. Yani öyle bakabilirsek ve öyle idrak edebilirsek tabi… Ve diyorlar ki “Allah dilerse o bir noktayı kaldırıp da zahmeti de rahmete çeviriverir.” Eskilerin söylediğini söyleyemiyor ya da en azından söylemekte zorlanıyoruz bence. Dünyaya nasıl bakacağımızı ve bunca olanın karşısında nasıl duracağımızı kestiremiyoruz belki de. Ne bileyim ya gözlerimiz ya bakışlarımız ya baktıklarımız ya da topyekûn biz değiştik.

Hoştur bana Sen’den gelen

Ya hilat ü yahut kefen

Ya taze gül yahut diken

Kahrın da hoş lütfun da hoş

 *

Olana aldanıp neden olduğunu ve kimin bunu neden yaptığını görmeye gafil oluyoruz. Gözlerimiz bakıyor ama göremiyor. Yani şöyle çıkıp da “Olan da hayır vardır” diyemiyoruz. Garip bir şey ama varlıkta hatırlamadıklarımızı yoklukta şikayet ediyoruz.

Onca dert, onca çile… Hep garip bir şekilde işin bu tarafına bakıyoruz. Acıyı görüyoruz. Acı gelmeden evvel ki gülüşlerin hiç birinin kıymeti yokmuş gibi hatta hiç olmamış gibi davranıyoruz. Verdiğine şükretmiyor vermediğini şikayet ediyoruz.

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa

Kahrın da hoş lütfun da hoş

 *

Bence durumumuz tam da budur işte. Bunca güzelliğe susup gelen ilk sıkıntıda vefasızlık ve hatta nankörlük etmek.

Anlatırlar ki Gazneli Mahmud’un Ayaz isimli bir kölesi vardı. Onu ta küçük yaşta yanına almış kendi evladı gibi büyütmüştü.

Bir gün beraber meyve yiyorlardı. Sultan, bir meyveyi soyup; yarısını Ayaz'a, kendi verdi, yarısını da kendi yedi. Meyveyi yiyen sultan, onun çürümüş, bozulmuş olduğunu gördü; ama aynı meyvenin diğer yarısını Ayaz karşısında tatlı tatlı yiyordu.  Hayretle sordu,

“Yediğin meyve çürümüş değil mi? Nasıl öyle iştahla yiyorsun?”

“Aman sultanım” dedi Ayaz “Sizin elinizden nice tatlı nimetler yedim; o nimetlerden sonra elinizden yediğim bir meyve çürükmüş, ne çıkar? O el bana yüzlerce tatlı nimet sundu, şimdi bu nimet acı diye yemeyip tükürürsem, yaptığım nankörlük olmaz mı?”

Böyle işte, tam da böyle…