Uzun bir dönemden beri muhalefetin tartıştırdığı en önemli konulardan biri “eskiye dönüş” üzerine…

Fakat eskinin bu ülkeye ödettiği bedellerin üzerini örterek ve çok daha büyük karmaşa ve kaosu davet edecek bir zeminde sunuluyor bu…   

Öncelikle meselenin fıtrî tarafını da vurgulayarak bir şeyler söylemenin daha doğru olacağı kanaatindeyim…

Tek bedende birbirinden bağımsız hareket eden iki ayrı kafa düşünmenin, mutlak sonuçlarına dair de bir öngörü ortaya koymak gerekir…

Nasıl çelişkiler, çatışmalar, belirsizlikler üretebileceği ise aşikâr ve ortadadır...

Aynı gövdeyi yöneten bağımsız iki başın nedenli çatışma ve krizler ürettiğine şahit olmuş bir topluma bugün, “yedi başlı bir iktidar” öneriliyor; akıl olmazların zoru içinde olsa da…

Etrafımız istikrarsız devletler ve piyon örgütlerle örülüyken ve adeta "hepimize karşı savaş" yürürken, yalnızca güçlü ve bölünmemiş bir hükümetin engel olabileceği hadiselere, yediye bölünmüş bir iradenin karşı koyabileceğine inanmak, bırakın bu çağın ilim insanlarını 1500’lerin filozofu Thomas Hobbes’u bile çileden çıkarmaya yeter… 

Bir anakronizme düşmeden ifade edilmesi gereken ve kendi şartlarında değerlendirildiğinde, dünya tarihinde ve günümüzde ileri gidebilmiş bütün büyük devlet yapılarının, içerisindeki çift ya da daha fazla başlı yapıları bertaraf ederek ama istişarelerle de alınan kararların ihtilafsız bir şekilde hayata geçirilmesini sağlayan bir yönetim modeli benimsediği görülebilir...

Bugün Başkanlık Sistemine itiraz edenlerin de en temel meselesi başkanlık sistemine karşı olmaları değildir...

Tarihsel gerçekler şunu ortaya koymaktadır ki Cumhuriyet tarihimizin her döneminde inanılan şey güçlü bir lider modelidir...

Çok partili hayatın -kırık-dökük de olsa- işleyen sisteminde Rahmetli Erbakan’dan tutun da Demirel ve Özal’a kadar pek çok siyasetçi, Başkanlık Sistemi hayaliyle yaşadı...

Fakat buna muvaffak olamadılar; vesayet odaklarına kaptırılmış iradeleri sebebiyle…

Çünkü ülkeyi yönetirken yaşadıkları tecrübeler, onlara tıkanmalarla ilgili gerçekleri de öğretmiş oluyordu…

Bugün de bir Cumhurbaşkanı ülkeyi istikrarsızlaştıran, hızını yavaşlatan bu kısır döngünün ve çok başlılığın belini milletiyle kırarak devleti yönetecek olanlara güçlü bir irade sağlamıştır…

Bu yakınmalara kendi iktidarlarında “evet” diyenler dahi sadece siyasi kırılganlıkların dayattığı konjonktürel sapmalar sebebiyle “hayır” diyorlar...

ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya layık gördüklerini, kendi toplumlarına layık göremiyorlar…

Gerekçe: “ Türk toplumu henüz bu olgunlukta değil...”

Bu aslında, “Bu millet karar vermeyi beceremeyecek kadar güdülmeye meyillidir…” gibi acınası bir düşüncenin ürünü değil mi?

Bu düşüncenin sahipleri kendi adlarına böyle düşünüyorlarsa ve iradelerine hükmetmekten endişeleri varsa ona bir diyecek yoktur…

Zira bu milletin âlimleri, padişahlıkla yönetildiğinde dahi, onu doğruya yöneltecek cesurca nasihatlerini serdetmekten asla çekinmediler…

Hatta padişahları bile, bir hukuk sisteminin içerisinde olduklarını hiç unutmadılar…

Kendilerine “hal fetvaları” ulaştığında kan dökülmesine razı olmayıp yerlerini kardeşlerine ya da çocuklarına devrettiler...

Bugün de bu millete başkanlık yapacak olanlar, bir gün millet onlara “oy” vermediğinde olgunlukla yerlerini kendilerinden sonrakine bırakacak bir olgunluğu mutlaka göstereceklerdir...

Ama bu millet iradesini asla ne tek başlı ne de yedi başlı -hele de birinin yüzü teröre gülümsüyorsa- yıkıcı iradelere teslim etmeyecektir…

Gerçeklikte yeri olamayacak yedi başlı bir irade, hükümet değil olsa olsa kaos üreten bir “dev” olabilir; tabi efsanelerde yaşıyorsak…