Bazen söylemediklerimiz, yazmadıklarımız kadarız. Hatta, asıl anlatmadıklarımız kadarız. O kadar çok şeyden bahsederiz ki tırnağımızı kesip atar gibi atarız onları üzerimizden. Bize ait değilmiş de başkalarına ait olanı sahibine verirmiş gibi yazıp, söyleyip bırakırız tezgaha. Onlarındır. Bize ait olsaydı zaten bizde kalırdı.

Bize kalan bir cenazede ağlamak, bir düğünde neşelenmek, bir doğumda gülmek olsaydı keşke. Bize kalan, sancılıdır, mahremdir, unutulmasın istenendir. Oysa unuturuz. Oysa sancılanırız. Oysa mahrem olanı yorumlar insanlar. İnsan, bir yorumdur; at izinin kurt izine karıştığı zamanlarda. Bir nesnedir. Hatta, kullanılıp atılacak, kullanım süresi olan bir nesnedir. Tarihi geçeni tarih değil; kibrin ve kötülüğün elinde oyuncak olanlar tüketirler.

Diyeceksiniz ki bu kadar kapalı yazmasan… Bizler, Kaddafi’nin, Saddam’ın, Mursi’nin ölümünü görmüş insanlarız. Bizler, şehirler bombalanırken filmler seyretmiş insanlarız. Bizler, açlara acır, toklara itaat ederiz. Bizler, oturur, ikiye ayrılır, birbirimize karşıymışız gibi bir oyun tuttururuz. Bizler, hiç ölmeyiz. İyiler ölür. İnsanlar öldürülür. Hayvanlar öldürülür ama biz asla öldürülemeyiz. Buna inandık. Cenaze arabaları bizleri taşımaz. Çünkü bizler ölümsüzüz! Bizler yorumcularız! Bizler, astrologlar nasıl aleme bakar yorumlarsa yıldızları; insanları yorumlar ve son kullanım tarihlerine bakarız. Bizler, müşteriden öte değiliz. AVM’lerin ölümsüz kahramanları ve itaatkarlarıyız. Bizler, fiyatları bilenleriz; kıymeti, değeri bilenler değiliz!

Bizler, tiwitter, instagram, facebook vs kullanıcılarıyız. Bizler vs olanlarız. Kullanıcılarız. Hep bir şeyler kullanırız. Koskoca bir oyun kurdular, bir lunapark açtılar önümüze. Allah yarattı, insanlar da bir tertip kurup bizi oyuna aldılar. Memnun muyuz, memnun değil miyiz? Asıl mesela bu oldu. Mutluluk… Mutlu olmak için her şeyi yapabilenleriz bizler. Mutsuz isek insan olmadığımızı düşünür olduk. Her şey bizim mutlu olmamız için örgütlendi. Hatta, mutlu olmayanlara fena halde tahammülsüzüz.

Fas ile İspanya arasında sıkıştırıp adamları öldürdüklerinde, gencecik insanlar, gidip çalışsınlar, diyenler biziz. Urumçi’de bir eve, erkekleri ölüm kamplarına gönderilmiş bir eve, iki Çinli erkek yerleşip evin kadınlarının mahremini yağmalarken, ülke siyaseti diyen bizleriz. Bizler, birileri pat diye hapse atılırken, neden atılmış, diye sormayanlarız.

Biz, her savaşta galip çıkanlarız. Ne kokar ne bulaşırız. Biz o kadar çokuz ki saymakla bitiremezsiniz. Kendinden olanlara bir gadirlik olduğunda ağlayanlarız bizler.Kendinden olanı aziz bilenlerin zeliliği… Hangi mahalleden olursak olalım, bu böyledir. Rengimiz, mahallemiz, türkümüz farklı olsa da hepimizin içi aynıdır: mahremiyetsiz. Merhametsiz. Kendine vicdanı. Bu yüzden ölemiyoruz. Çünkü, doğanlar ölebilir ancak. Biz, doğmadık. Biz, kurgulandık. Kurulduk. Bir robot gibi kurulduk. Bir yerlerde imal edildik. Yaratılanlar elbet ölürler. Ancak üretilenler ölemezler.

Ve belki bir gün göreceğiz, bizim üzerimizde de son kullanma tarihi yazıyor… ve bizim içimizden birileri çıkar ve ölüleri, cenazeleri bile aşağılar. Ölmeseydi! derler. Ölümleri bile yargıya taşır… Çünkü ölümsüz olduğunu sanmak böyle bir tavrı gerektirir.

Bazen, imal edildiğimizi bir fark etsek; yaratıldığımıza inansak… O gün çok şey değişecek. Kağıttan kaplanlar birer birer yırtılacak önümüzde. Gönül rahatlığıyla ölebileceğiz. Mutlu olma oyunundan çıkacak, süper kahramanların burnu kanadığında, insan olmak böyle bir şeymiş demeleri gibi, diyeceğiz. Acıyı, kavgayı, mutsuzluğu, yalnızlığı, tüketme yerine ihtiyacı, mutlu etmeyi de anlayacağız. Nasıl ki sevmek de yorulur, şairin dediği; mutluluk da yorulur bunca hak etmeyene bulaştığı için.

Tüketmek, tükenmek, mutluluğun kölesi olmak,  biriktirmek imal edilenlerin, üretilenlerin işidir. Hatta, ölümleri bile, acıları bile, zulmü bile tüketir üretilmiş insan. Oysa yaratılan insan yaşar, acı çeker, nefes alır, mutlu olduğunda dahi utanır; ya başkası mutlu olmuyorsa, diye.

Belki de asıl soru: Ölebilecek miyiz, yoksa tükenecek miyiz?