Yüzünde şehit edası vardı. Bunu ilk gördüğümde söylemek istemiştim ama söyleyemedim. O gece seni şehadete koşarken gördüğümde işte o hakikati hatırladım. Koşarak gidiyordun, ne korku ne endişe, ne tereddüt, adeta gülercesine…

İsmin gibi yüzünden yayılan bir nur vardı. Bunu annene de söylemek isterdim. O anne ki başındaki tülbendinde nice duanın hatırası saklı. Her namaz sonrasında evladı için edilmiş dualar. “Rabbim, Münir’imi Razı olduğun kullardan eyle”.

Tertemizdin, için de dışın da aynı temizliğin nişanelerini taşırdı. Tertipli, düzenli bir hayat yaşamak, ailene ve milletine yaraşır bir evlat olmak yegâne gayendi. Her halin içinin aynasıydı. Başını secdeye koyduğunda bu âlemin ötesindeki ebedi hakikati yaşardın.

Görevini, sorumluluğunu namusun bilirdin. O gece seni kurşunların üzerine koşarken görmek beni hiç şaşırtmadı. Kurşunlar sorumlu olduğun amirine isabet etmesin diye vücudunu siper edişin şimdi gözümün önüne geliyor. O an kızınla parkta yürüdüğünü hatırlıyordun kim bilir.

Kızına olan tutkunu biliyorum. Hem hangi baba kızına tutkun değildir ki… Ama sen bir başkaydın. Kızını gördüğün an tüm yorgunluğun uçup giderdi. İsterdin ki kızını içine doldursunlar, taşsın, sel olsun bu sevgi. Kırda bayırda kızını omzuna alıp gezerdin, yüzünü gülerken görenler orada kızın veya eşin olduğunu anlardı.

O gece biliyordun, anlamıştın. Bu sebeple eşine “seni seviyorum” diye yazmayı uygun görmüştün. Şehadetin yaklaştığı o anda kıymetline yazdığın o cümle şimdi tüm semada yankılanıyor. Şehitler ölmez, biliyorsun. Şimdi tam bu anda eşin de kızın da annen de baban da sesini duyuyordur eminim.

İnsan ülkesi için, milleti için, namusu için yaşar. Sen o gece sadece ailenin değil tüm milletin namusunu korumak için atıldın kurşunların üzerine. Şehadeti haber veren o son anlarda amirinle göz göze geldiğinde “Vatan sağ olsun” dediğini biliyorum. “Beni düşünme amirim, bu yolda şehit olmak benim görevim. Vatan sağ olsun”.

FETÖ’cü hainler o gece köprüde yürüyen bir nur gördüklerinde onu söndürmek için silahlarına davrandılar. Zannediyorlardı ki kurşun sıksalar o nur sönecek ve kirli emellerine ulaşacaklar. Şehitlerin bedeninden yükselen her nur kement olup zalimlerin boynuna atıldı. Onları yakaladı ve ebedi cehennemin dibine fırlattı.

Hz. Peygamberin ağuşunu açtığı o gece koşarak gidiyordun menziline. Saat 21.45… Vatan emniyetten çıkış yaptınız. Mustafa Çalışkan, Mehmet Onay ve sen bir nur heykeli misali dimdik menzile koşuyordunuz. Sizi görenler endişeden sıyrıldı, korkudan eser kalmadı hiçbirinde. Çünkü imanın ve iradenin heykeli sizin duruşunuzdan yansıyordu.

Geçenlerde senin ismini taşıyan fen lisesinin öğrencilerini gördüm. “Bir Münir ölür, bin Münir gelir” diye haykırıyorlardı. Elbet sen de görmüşsündür. Onlara dedim ki: Münir ölmedi, hepimizden daha diri ve ufuk çizgisinde her gün dolaşıp sizleri izliyor. O vakit göğe bakıp selamladılar seni.

Her yanda ismin var şimdi: Okullar, parklar, caddeler, karakollar ve kitaplar. Ama biliyorum ki cennetteki makamını gördükçe “keşke bin kez dirilsem ve yine Allah için, ülkem için, milletim için ölsem” diyorsundur. Zaten hiçbir zaman övülmeyi sevmezdin. Birisi ufacık bir övgü dizse mahcup bir eda ile başını öne eğerdin. Ne mutlu şehitlik makamını yaşarken de giderken de diri tutan Münirlere…

Ey şehit! Gözün arkada kalmasın. Bu millet emanetini gözü gibi koruyacak. Nice Münirler doğdu izinden yürüyecek. Ne mutlu bu yolu açan Münirlere, ne mutlu ölümü öldüren dirilere. Bizleri de ebedi âlemde şahitlerinden say olur mu? Allah’a emanet ol değerli dost, nur yüzlü şehit.