Bu yaşamak denen halde insanın kaybettiğine inanıyorum ben. Dünyaya yenildiğine ve belki de diz çöktüğüne. Etrafıma bakınca yenildiğimizi görüyorum yani. Kaybettiğimiz çok fazla şey olduğunu düşünenlerdenim ben. Ama bunun yanında enseyi asla karartmıyorum. Zira kaybedilen şeyin bulunabileceğini biliyorum. Asıl korktuğum kaybolmak.

Değişen onca şeyin içinde bizim yani insanın değişmemesi muhal, imkânsız. Lakin bu değişimin bize ne getirdiğine bakmak lazım. Ya da daha doğru söyleyecek olursam; bizden ne götürdüğünü anlamak lazım. Yani en basit haliyle insan ufacık bir hesap dahi yaparken ne kazanacağına ve ne kaybedeceğine bakar. Zarar edeceği bir şeyse yapmaz vazgeçer ya işte onun gibi. Bütün bu değişim bize kâr mı yoksa zarar mı veriyor düşünmek gerek.

Dünya eksik kalmanın, noksan kalmışların ve nakıs olacakların yurdu. Ama burada şunu da söylemek lazım insani bir refleksle, fıtrattan gelen ve daha ziyade nefsani bir hırsla her birimiz bu dünya için var olduğumuza inanmıyorsak da öyleymiş gibi yaşıyoruz. Oysa Allah, insanı dünya için değil dünyayı insan için yarattı. Yani biz bu dünyaya ait olamayacak kadar kıymetliyiz ve dünya bizim sahip olmaya tenezzül edemeyeceğimiz kadar kıymetsiz. Aslında sahip olduklarımız bizim olmuyor gibi geliyor bana biz onların oluyormuşuz gibi. Tuhaf. Ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar azalıyoruz. O fazlalaştıkça biz eksiliyoruz.

Bence insanlar ikiye ayrılır kâri. Ne rengine ne şekline ne doğduğu yere ne yaşadığı yere ne parasına ne mevkiine ne de bir başka şeye göre değil, inandığına göre ayrılır. Ve burada “inandığı” derken aslında bir dinden bahsetmeye çalışmıyorum. Ya da en azından tek bir din değil mevzu ettiğim. Ben Hakk’a inanan, insanlığı, merhameti bilen ve vicdanı olanlardan bahsediyorum. Böyle olmayanlar, yani merhameti olmayan, vicdanı körelmiş ve nefretten gayrısını bilmeyenler her dinde var. Ya da en azından kendilerinin o dine mensup olduğunu söylüyorlar. İşte tam da bunun için bahsettiğim herhangi bir din değil. Ve böyle bakınca insanları ikiye ayırmanın daha makul olduğunu düşünüyorum ben. Hak ve batıl… Milletlerde böyle ayrılır, devletler de böyle ayrılır. Bütün ayrım ve ayrılık burada başlar bence bunu ilk söyleyen de ben değilim. Zira bu misal en baştan beri, Hz. Âdem ve oğullarından beri vardı. Bilinen hikâye ve sen de biliyorsun zaten; Habil hakkı seçmişti ve Kabil batılı. Bilmem kaç bin yıl geçti üzerinden lakin çok şey değişmedi. Sonrakiler de aynını yaptı. Kimi Habil’in yolundan gitti kimi Kabil’in yolundan.