Üniformalı darbecilerin göz göre göre tahliye edildiği, atlet koklayıcı vatansızların her gün daha çok tepemize bindiği, Pensilvanyalı elebaşının modern cariyelerine kahraman muamelesi çekildiği günümüz Türkiye’sinde; 15 Temmuz, hiçbir zaman gelip geçici bir gündem konusu olmayacak.

En azından benim için öyle.

Benim ‘’vatandaşlık’’ dairemde; 15 Temmuz’a ‘’kontrollü darbe’’ diyenler, şehitlerimizi birer ‘’tiyatro’’ figürü gibi görenler, her fırsatta milletin yazdığı büyük destanla dalga geçenler hiçbir surette yer almayacak.

Darbe kokusu yayıldığında, ayağına ilk bulduğu terliği geçirip erzak kuyruğuna dalan bankamatik fareleri, hiçbir vakit, zihnimdeki seçkin millet modeline uymayacak.

Türkiye’yi kendi kısıtlı ufkuna sıkıştıran o kalabalık cehalete, kendini bu ülkenin sahibi sanan o despot yobazlığa boyun eğmek istemiyorum.

Hür irademle; omurgasız, sun’î tarafsızlıkları değil, vakarlı ve şerefli yandaşlıkları seçiyorum.

Gayet farkındayım çünkü:

‘’Meta’’ projelerin, dijital kültürün, teknolojik fetihlerin, siber savunmanın, inovatif yatırımların günden güne değer kazandığı bir Türkiye’yi tecrübe ediyoruz. Bununla beraber, global ekonomi krizi, gıda ve enerji oyunları, beynelmilel savaşlar hayatımızı çeşitli noktalardan yakalayıp kıskaca alıyor. Bilhassa son on beş senedir post-modern darbeleri, içtimaî galeyanı ateşleyen ‘’ahlak’’ martavallarını, algının olguyu yendiği sosyal mühendislikleri daha bir iştahlı tadıyoruz…

Fakat karşımızda, bizi; kendi küçük, vizyonsuz, kiralık dünyasına çekmeye çalışan rejim çıktısı bir robot yığını var. İnsanın, yeşilin ve devletin hiçbir karşılığı yok onlar için. Hakikate kör, yalana bağımlılar. Menfaatlerine uymayan hiçbir güzelliğe tahammülleri yok.

Tepeden tırnağa, baştan ayağa aynılar.

Türkiye’nin Türkiye’yi aşan mesuliyetleri sırtlayıp, dünyayı kuşatan uzun ve şaşaalı adımlar atması zorlarına gidiyor. ‘’Büyük Türkiye’’ ideallerine çelme takmayı; ‘’aydınlık’’, ‘’laiklik’’, ‘’demokrasi’’ filan zannediyorlar.

CIA’nın getir götürünü yapan bir millî istihbarattan; Ortadoğu ve Afrika’da esip gürleyen, MOSSAD ajanlarını iş üstü paketleyecek kıvama gelen bir Türkiye’den hoşlanmıyorlar mesela. Her gün başka bir PKK teröristini ‘’etkisiz’’ hale getiren, NATO’da bile konjonktürel hudutlar çerçevesinde ‘’racon’’ kesebilen, Birleşmiş Milletler’in ister istemez kulak kesilmek zorunda kaldığı bir Türkiye’den rahatsız oluyorlar.

Nesiller boyu böyle eğitildiler zira.

Şehit bacısına küfreden faşistleri, milletine ‘’yavşak’’ diyen FETÖ’cüleri, Kandil’den Meclis’e uzanıp bebek öldürenleri, ‘’barış’’ naralarıyla karakol patlatanları, gencecik çocuklara, taptaze öğretmenlere kıyanları, tecavüzden, çocuk istismarından yargılanıp ahkam kesenleri, lüks otellerden, fiyakalı yatlardan yükselen fakirlik nutuklarını, hepsini sindiriyorlar.

Mideleri epey geniş.

Amma zihinleri dar.

Hizmet anlayışları dahi ideolojileri kadar gerici. Memleketi otuz yıl öncesine çeviren küstah beceriksizlere bile ‘’kurtarıcı’’ gözüyle bakıyorlar. PKK’yı, FETÖ’yü, DHKP-C’yi bürokrasiden sokağa kadar her yere taşıyan, hevesle kucaklayan, arsızca savunan bir politika zümresine şehvetle biat ediyorlar.

Siyonist sermayenin, Avrupa’nın ve Amerika’nın fonladığı medya mecralarından çıkan milyonlarca yalana keyifle inanıyorlar. Sonra utanmadan ‘’bağımsız medya’’dan, sansürden, özgürlükten konuşuyorlar. Yere göğe sığdıramadıkları Batı’da, böyle ihanetlere asla taviz verilmediğini bile bilmiyorlar. Bilseler de görmezden geliyorlar.

Sorsanız ilericiler:

Türkiye’yi; yalan, ihanet ve zulümle kaim olan müthiş bir liyakatsizliğe terk etmek istiyorlar…

Uzatmayayım.

Yine 15 Temmuz özelinde şöyle bitireyim:

‘’Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz’da milleti sokağa döküp, kendisi saklanırken; CHP Genel Başkanı ve milletvekilleri TBMM’ye gitmek için yola çıkmıştı. TBMM kapılarını ilk açan CHP vekilleridir!’’

Diyebilen, bu denileni onaylayabilen, onaylayanlarla utanmadan birleşebilen dev bir yüzsüzlükle mücadele içindeyiz.

O gece darbeci tanklara alkış tutup, çerez eşliğinde olup biteni TV’den izleyen güruh; aklımızla alay ediyor. Amerika ve Almanya’nın tasmalı itlerini şefkatle okşayıp, şühedanın aziz hatırasına tahammül edemeyen müzmin ahmakları aramızda yaşatıyoruz. Ve yetmezmiş gibi o kibirli cehaletlerine maruz kalıyoruz.

Ne geçmesi yahu?

Bu gidişle, 28 Şubat’ın zihnen devam ettiği gibi, 15 Temmuz da ‘’bin yıl sürecek’’!

En asil öfkelerin çığlaşmasını bekliyoruz…