Gönlümüzü terbiye edenler bizlere çok güzel nasihatler vermişler hep. Pek çoğu nefsimize zor gelse de ve yapamasak da çoğu zaman doğru ve hakikat olduğunu biliriz hep.

Bu gün o cümlelerden biri var hatırımda. Kim bilir ne zaman bir arif tam da şöyle söylemiş; birine yaptığın iyiliği unut ama sana yapılan iyiliği unutma.

Uzunca düşünsek altında ne çok manalar çıkarırız. O tarafını size bırakıp bir kenara çekiliyor ve ben daha ziyade “unutmak” girdabının içine atıyorum düşüncelerimi.

Bir vakitler çay içip sohbet ederken bir ağabeyim “Unutmak hafiflemektir” deyivermişti. Bin türlü derdimi anlatmış, bir çare beklemiş, nasihat istemiştim ondan. O sadece dinlemişti beni bir zaman sonra “Unut” demişti. Ve işte o zaman söylemişti o cümleyi “zira unutmak hafiflemektir.”

O zamanlar açıkçası anlamamıştım ne demek istediğini, anlamaya da çalışmamıştım. Oysa iki kelimelik bir cümleyle koca bir ders vermiş bana. Bunu şimdi şimdi anlıyorum. Zira hangi acıyı ve hangi ayrılığı sırtında taşımayı tercih eder ki insan? Hem neden ister ki? Unutamadıklarımızın hepsi omuzlarımızı delen birer yük değil mi cidden? Sanırım öyle.

Hem “unuttum” demek de unutmamaktır. Dedikçe hatırlar, söyledikçe tekrar yaşarsın zaten. Unuttuğunu da unutursun bazen…

Ve bence asıl acı olan şey unutmak değil, unutulmak…

Unutmanın bir kusur olduğunu düşünenler de var biliyorum. Bir noksan bir eksiklik ve bir maraz gibi davrananlar, öyle söyleyenler de var. Belki de haklılar, en azından kendilerince öyle. Ama ben unutmak denen halin bir nimet olduğuna inananlardanım. Zira unutmak diye bir şey olmasaydı yaşamak denen ve zaten zor olan bu hal bir çileye dönerdi iyiden iyiye.

Yani üç kavram var zihnimde; unutmak, unutulmak ve unutturulmak…

Unutmak bazen ihanet manasına gelir biliyorum ama az evvel de dediğim gibi bazı zamanlar hafiflemektir de. Unutulmak ise acı. Gerçekten ve çok acı bir kavram. Unutturmak ya da unutturulmak ise tam bir ihanet meselesi…