Bölgemizi özelde de Türkiye’yi etkileyen terör örgütlerinin, Avrupa devletlerindeki rahat konumları elbette birçok açıdan masaya yatırılmayı gerektiriyor…

Batı’nın bu durumunun birçok ilişki boyutu var: Siyasi, tarihî, ekonomik, sosyolojik, teolojik, antropolojik, ideolojik ve hatta psikolojik gibi… 

Bu yazı, bütün başlıkları derinlemesine incelemekten elbette acizdir; hem formatı hem de hacmi açısından böyle bir şeye kalkışması söz konusu olamayacağı için...

Sadece meselenin bu yönlerinin de olduğuna işaret etmekle yetinip, ilgilenebileceğimiz kısmına geçelim...

Daha önceki yazılarımda da Avrupa’nın içinde bulunduğu sıkıntılara değinmiştim…

Bu defa da farklı bir analiz olacağını düşündüğüm bir boyutunu okurlarımın zihinsel murâkabesine arz etmekle yetineceğim...

Bugüne kadar maalesef hep terör örgütlerinin silahlarıyla ve barbarlıklarıyla Doğu'yu, İslâm coğrafyasını kendilerine mesken edinmeye çalışmalarını değerlendirdik; “Burada ne işleri var, kimler ve ne için bunları besliyor?” tarzında birçok soruyla da meseleyi tartışmaya açtık…

Hâlâ da tartışıyoruz; epey de tartışacak gibiyiz...

Fakat Doğu’ya ait malum tartışmalar devam ederken bir başka konuyu, Avrupa’yı da terör örgütlerinin farklı bir boyutta, nasıl ve neden mesken edinmeye çalıştığı noktasında tartışmaya açmak durumundayız...

Terör örgütleri Doğu'da katil ve barbar yüzleriyle insanlığın karşısına dikilmişken, Batı’da sözde siyaset, diplomasi, ezilenlerin hakkını arayan bir “özgürlükçü” gibi birçok ilişki biçimiyle ve yine Avrupa’nın riyakâr tutumlarına sığınmış olarak karşımızdalar...

Devletler ile terör örgütleri arasındaki bu ilginç ama menfaate dayalı ilişkinin, en başta siyasi amaçlar için kullanıldığı da aşikârdır...

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme çabaları üzerine Türkiye’nin ortaya döktüğü gerçekler, meselenin boyutlarını ortaya çıkardı…

Batı son dönemlerde ciddi bir lider sorunu yaşarken, birbirlerine çok da fazla fark oluşturamayan siyasi figürler ve özellikle de zayıflayan ekonomiye bağlı sorunların beslediği ırkçı partiler, oylarını artırmak için terör gruplarını, kendi ötekilerine karşı kullanmaya devam ediyorlar...

Yani artık sadece Doğu'nun istikrarsız iktidarlarından ve onu fırsata çeviren terörden değil, Avrupa’nın da istikrarsız hükûmetlerinden ve onu fırsata çevirmeye çalışan terörist yapılarından bahsetmek gerekir demek istiyorum...

Meselenin bu boyutu, “Çağdaş Batı” vs. gibi bazı sloganlara alet edilemeyecek kadar ciddidir artık...

Avrupa şunu çok iyi bilmelidir ki, bu ilişki sakat bir ilişkidir…

“Demokrasinin gereği” zannettikleri ve farklılıklara karşı “koz” olarak kullandıkları bu yapılar, kendilerine tanınan bu “propaganda serbestisi”yle, kendi değerler sisteminin kodlarını mutlaka bozacaktır…

Avrupa, gelecek nesillerini de tehdit eden bu durumun bir an önce farkına varmalıdır...

“Batı’da felsefeni, ilişkilerini, ekonomini geliştir, Doğu'da uygula” diyen bu terörist yapılar; Avrupa’da zaman içerisinde elde ettikleri kazanımlarını da kolay kalay terk etmeyeceklerdir…

Batı bir gün, “sizinle işim bitti” dediğinde, terör örgütleri, “ama bizim Batı’yla işimiz bitmedi” diyecekleri muhakkaktır...

Yani şunu demek istiyorum: Erdoğan üzerinden Türkiye’yi “bertaraf” etmek üzere giriştikleri süreç, gelecekte teröre teşne olanların bertaraf edilmesiyle de sonuçlanabilir...

Benden söylemesi…