Bugün yaşadıklarımız tarihte örneğine az rastlanır bir zihin bulandırma çabasına işaret ediyor…

Stratejik olarak üretilen yalanlara, planlanmış komplo teorilerine, iftiralara, umutlarımızı hedef alan her türden saldırılara; “aman boş verin zararsız bir delilik işte” diyebilir miyiz?

Elbette hayır…

Çünkü böylesi iyimserliğin faturası ağır bir yıkım olur…

Zira bu tehlikenin toplumları felakete götüren yanını en iyi ifade eden cümlelerinden birinde Hannah Arendt, Naziden ya da adanmış bir komünistten daha tehlikeli gördüğü o tipi: “Kendisi için gerçek ile kurgu, doğru ile yanlış arasında hiçbir fark kalmamış insan…” olarak tarif ediyor…

Bugün bu insan tipinin uzağımızda olmadığını hatta sosyal medya da bir “dijital bakteri” hızında yayıldığını çok net olarak görmek mümkündür…

Her hakikatin, resmi verinin karşına anında dikiliveren yalan ve komplolu hali, iktidarı devirmek isteyen kitlenin çok ciddi bir teveccühü ile karşılanıyor…

“Gerçeği görmek istemeyenden daha kör kim olabilir ki” sözünü hatırlatan yanıyla…

“Pembe geçmiş” tablolarıyla hayatımıza ot tıkayan bütün gerçeklerin hatta şahısların yeniden sahneye sürüldüğü bir gariplikler silsilesiyle muhatabız…

İnsanları sürekli dikatomik (çatallı) bir durumla karşı karşıya bırakarak iklimde hatta daha fazla bir yolla karşılayıp, yalan ile gerçek arasında bir tercihe zorluyorlar…

İnsanların her detayı bilme ihtimali olamayacağı için bilgiyi de kolaylıkla bulandırıyorlar…

Komplo teorileri, bir tercih olarak birileri tarafından bir yerde tutulduğu için varlar aslında; tersini tercih ettiğiniz de nasıl yok olduklarını da görebilirsiniz…

Michael Barkun’un, “Damgalamış bilgi” kavramıyla tarif ettiği ve komplo teorilerini, paranormal hadiseleri, UFO inançlarını, sahte bilimi hayatımıza sokanların kullandığı yöntemlerle, siyaseti sahte metotlara esir etmek isteyenlerin yöntemleri çok da farklı değil…

Son derece soğukkanlı ve inanılarak söylenen yalanların sahiplerini çok ciddi bir analize tabi tutmak zorundayız…

Bu durum, “zararsız bir delilik” olarak yorumlanabilir mi?

Tam aksine bilinçli olarak bir “toplumsal hafızayı çıldırtma çabası” diye görüp, ciddi tedbirler almak zorundayız…

Kör bir inancın ne denli ikna edilemez olduğunu Carl Sagan’ın ifadelerinden okuyalım: “Bir insanı hiçbir şeye ikna edemezsiniz, zira inançları kanıta değil köklü bir inanma ihtiyacına dayanır…”

Toplumda paranoyayı körükleyen her zihniyet, aslında dünyayı kendisi için de yaşanılamaz hele getirdiğinin farkın değil…

Herkesi komploya ve yalana inandırdığı bir dünya da, kendisinin gerçeklerle yaşayacağını sanan zekâ, en hafif yanıyla ahmağın en acınacak halidir…

Komplolarıyla, yalanlarıyla, iftiralarıyla bir “altın şafak” bekleyenlerin yolu, çelişkilerle dolu bir alacakaranlığa çıkacaktır…

Üzüntüm, bu alacakaranlığın hepimizi de etkileyecek olmasıdır…

Dilerim bunu başarmalarının en büyük engeli hakikatlerimiz ve değerlerimiz olur…

“Akıl tutulması” yaşamamak için de “Akletmez misiniz?” diye soran Rabbimize sığınalım…