Kapitalist iktisadi teori; “bireysellik, rasyonalizm ve denge anlayışı çerçevesinde tam rekabet piyasasının işlerlik kazanması sonucu” bir ekonomide etkinlik, eşitlik, istikrar ve büyümenin her zaman işlerlik kazanacağını ortaya koymaktadır ki işin bu teorik boyutunu üç haftalık dilimde sizlerle paylaştım.

Ayrıca her bir yazımda, bu teorinin pratiğe asla yansımadığını, gerçeklerden kopuk olduğunu, yazının amacına uygun olarak sadece tek cümle marifetiyle dile getirdim. Bu amacım doğrultusunda iki haftadır, kapitalist iktisadi düşüncenin “piyasa başarısızlıkları” olarak adlandırdığımız pratikteki çöküşünü detaylandırmaya başladım ve iktisadi etkinsizlik ve eşitsizliğin portresini çizmeye çalıştım.

Bu hafta ise, emek ve değer probleminden devam etmek istiyorum.

Klasik iktisatçılardan Jean-Baptiste Say, bir malın değerinin belirlenmesinde emek, sermaye ve toprak faktörüne eşit önem vermiş, bu görüşlerini alternatif maliyet teorisi çerçevesinde kurumsallaştırmıştır. Alternatif maliyet teorisine göre herhangi bir mala sahip olmanın maliyeti, bu işlemden dolayı satın almaktan vazgeçilen malın değeridir. Muz ve karpuz gibi iki mal arasında tercih yapmak durumunda kalan tüketicinin muz alması durumunda, muz maliyeti almaktan vazgeçtiği karpuzun değerine eşittir.

Klasik iktisatçılardan William Nassau Senior, emek ve değer ilişkisi çerçevesinde ortaya koyduğu imsak teorisinde değerin sadece emek faktörü ile değil emeğe ilaveten sermaye ve toprak faktörlerinin bütüncüllüğü ile sağlanacağını öne sürmüştür.

Senior, bu çerçeve dahilinde arzının hemen artırılması mümkün olmayan kaynakların gelir elde etmesinin son derece normal olduğuna dikkat çeker. Emek faktörünün ücret, sermaye faktörünün kâr gelirinin haklılığını ortaya koymak adına bir çerçeve çizer. Çerçevenin girişinde, üretim faaliyetleri esnasında emek ve sermaye kesiminin (faktörünün) her ikisinin de hem sıkıntı hem mücadele içerisinde olduğunu vurgular.

Neo-Klasik iktisatçılardan William Stanley Jevons ve Carl Menger tarafından gelitiştirilen marjinal fayda teorisine göre bir malın değerinin belirlenmesinde emek faktörünün hiçbir rolü bulunmamaktadır. Bir malın değeri, tüketici kesiminin o maldan elde ettiği marjinal fayda tarafından belirlenmektedir. O halde tüketici kesimi herhangi bir malı kendisine faydalı bulduğunda, o mal görece değerli olacaktır.

Böylece emek faktörü, malların değerini belirleyen bir üretim faktörü olmaktan tamamen uzaklaşmış, emek değerini (ücret haddini) bile tüketicilerin marjinal verimlilik çerçevesinde tüketici faydası belirler hale gelmiştir.

Bu aşamada kapitalist iktisadi düşüncenin emek ve değer problemine, ona karşı koyma iddiası ile çıktığı yolda aynı potada eriyen karl marxdan gelen itiraza yer vermek istiyorum.

Marx’a göre mallar, ortalama sosyal gerekli emek-zaman değerinden satılmaktadır, değerin belirleyicisi emektir. Değerin üretilmesinde kapitalistin payı bulunmadığına göre, üretim sürecinde ancak kendisine bedel olarak ödenen değerden daha fazla bir değer üretebilme kabiliyetine sahip bir üretim faktörü kullanması durumunda kâr etmesi mümkündür.

Marx’ın sömürü teorisinin temelini oluşturan bu çerçeveye göre aranan üretim faktörü emektir. O halde emeğin verimliliği kendisine ve ailesinin geçimini sağlamaya ancak yetiyorsa bu emeğin sömürülmesi gerekmez.

Saatlik 50 lira ücret alan bir işçi, bunun karşılığında 50 lira değerinde katma değer üretiyorsa; eme gücünün değeri emek zamanına eşit olan bu işçinin sömürülmesi bir anlam ifade etmeyecektir. Saatlik 50 lira ücret alan bir işçi, bunun karşılığında 200 lira değerinde katma değer üretiyorsa sermaye kesiminin sömürü çerçevesi belirginleşecektir.

Bu şekilde emek sahibi işçinin aldığı ücretten daha fazlasını üretmesi durumunda aradaki fark, Marx tarafından artık değer olarak tarif edilir. Özetle piyasa kapitalizminde sermaye kesimi, emek kesiminin artı değerine el koymakta böylece emek-sermaye çatışmasının başlangıç noktası sömürü başlamaktadır.

Artık değerin değişken sermayeye oranı artık değer oranını yansıtırken, artık değerin toplam sermayeye oranı kar haddi olarak tarif edilmektedir.

Üretim fonksiyonunda emeğin yanında bir bakıma emekten tasarrufu simgeleyen teknik ilerleme (makineleşme) aktörünün de yer alması ile birlikte kâr haddi uzun dönemde düşüş eğilimine girecektir. Bu durumun izah edilebilmesi sermayenin organik bileşimi meselesine açıklık getirmekle olur.

Sabit sermayenin, toplam sermayeye oranı sermayenin organik bileşimini verir.

Özetle kâr haddi, artık değer arttıkça artar, sermayenin organik bileşimi arttıkça azalır. O halde sermaye sahibi kapitalistlerin, üretim fonksiyonunda teknik ilerlemeye daha fazla yer verirken emek faktörüne görece az yer vermesi sonucunda sermayenin organik bileşimi yükselecek ve kâr haddi düşecektir. Çünkü emek, artık değer dahil tüm değerlerin kaynağı olduğundan, daha az emek kullanımı kâr haddinin düşmesini beraberinde getirecektir.

Kapitalistlerin bu davranışı benimsemesi, sistemin içsel dinamiklerinin bir tezahürüdür. Yani kapitalistler kaçınılmaz olarak üretim fonksiyonunda teknik ilerlemeye daha fazla yer verirken, emeğe daha az yer verecekler, böylece sermayenin organik bileşimi yükselirken ve kâr haddi düşecektir. Bu durumun iki önemli nedeni vardır. Birincisi sermaye sahipleri, daha az maliyetli üretim yapmak istediğinden kısa dönemli çıkarlarını (kâr) gözetir. İkincisi, teknik ilerlemeye bağlı olarak üretimin verimliliği arttıkça, işçi kesiminin geçimlik ücretini temin edebilmek için harcayacağı zaman azalacak böylece artık değer ve kâr haddi artacaktır.

Sonuçta piyasa kapitalizmi, (büyüme) işsizlik üreten bir mekanizmadır.