Ne zaman içlensem, ne zaman dünyanın kenarına çekilsem, ne zaman kendimle baş başa kalsam bir müddet sonra o geliyor; derin bir borçluluk hissi.

Dedeme, beni okutan insanlara, evlerinde kaldığım insanlara, anama, babama, yıllardır selam vermeyi ihmal ettiğim dost ve arkadaşlarıma, okurum diye alıp okumadığım kitaplara karşı derin bir suçluluk duygusu. Hatta, gittiğim ülkelerde çözebileceğim sorunları çözemeden dönmüşüm gibi bir his.

Mesela, bir kuyumuz var köyde. Dedemin 65 yıl önce açtırdığı kuyu. Yanında 50 yaşında bir dut ağacı var. Benim çocukluğumda bir de haft vardı. İçine su doldurulan, oyulmuş ağaç. Koyunlar, kuzular, inekler oradan su içerlerdi. Biz deri bir kovayla su çeker, haftı doldururduk. Hatırlarım, yaz günleri saat 10-11 arası koyun sürüsü gelirdi. Koyunlar gelmeden 15 dakika önce haftı doldurmak için sekiz kova su çekerdim kuyudan... Koyunlar suyu içtikçe beş kova daha su çekerdim...

O kuyudan yıllarca dinamoyla su çektik bahçeye. Taze domates, biber, salatalık ve beş tane erik ağacı vardı. Yaşlıydılar. Genç olan bir tanesinde şeftali kadar kayısılar çıkmış bir sene. Ebem kadın üç tanesini saklamış, her gün bakmış kimse almasın diye. Okuyan oğlan gelince yer, diye.

O kayısılara karşı, o kuyuya karşı, o koyunlara karşı, okuyan oğlan gelince yer diyen rahmetli ebem kadına karşı fena halde suçluluk hissi duyuyorum. Zira çok uzağa gittim ve dünya daha da beter oldu. Yola düştüğümde dünyanın biraz güzelleşeceğini düşünmüştüm. Oysa, koyunların koşarak o hafta, su dolu hafta geldiklerinde haftın soğuk kuyu suyuyla dolu olduğu gün yapmışım bu dünyaya katkımı.

Yalan dünya işte!..

Bir avuç su çarpıtılar yüzümüze. Buydu dünya. Buydu inşirah. Yoksa yüzümüze ağızlarından tükürükler saça saça höykürenlerden bir şey kalmıyor geriye. Hatta, gönle dokunmayan hiçbir şey kalmıyor geriye. Onca sene gönlünü yoluma post, üstüme sevap etmiş olanlardan öğrendim ki; beyhude olanın türküsünü söyleyen çok, toprak gibi, hamur gibi aziz olanın kadrini bilen az olurmuş. Az da çok da mühim değilmiş; içli bir türkü, samimi bir dua, bir avuç su gibi akıp geçmiyorsak bu âlemden...

Şimdi bir Neşet Ertaş türküsü dinleyebilirim. Ya da köy camisinde Kur’an tilaveti ilk kez dinlediği günü düşünüp, şükredebilirim. Çünkü yağmur yağdı ve Allah bizleri varolmaya değer buldu. Bir kuyudan su çekip koyunlara içirdi isen, ne mutlu sana!