Türkiye’nin Cumhuriyet olarak kurulmasının ikinci yüzyılına sadece bir yıl kaldı. 29 Ekim 2023 günü kuruluşun ikinci asrında yolculuğumuz devam edecek. O tarihe kadar 1699 Karlofça Antlaşması’ndan başlayarak Tanzimat’a kadar yaptığımız yolculuğu tarihi kayıtlardan izlemeli ve günümüz neslinin anlayacağı bir dille anlatmalıyız. Bunu yaparken tarihi ve tarihi kişileri kutsama, müzeleştirme, ideolojik kalıplarla sınırlama retoriğinden uzak durmak zorundayız. Destan kahramanı kılınan ve kutsanan liderlerin hayatları “ibret alınacak örneklikten” çıkar ve bir gizem alanına hapsolur.  

Tanzimat ve Batılılaşma üzerinden yeni bir kimlik oluşturulurken yaşananlara biraz dikkatle bakmalı ve tarih-coğrafya-jeopolitik gerçeklikten kopmadan bu yapılmalı. 1876 Kanun-u Esasi’nin (1876 Anayasası) dönemin anayasa hareketleri bağlamında yeniden tetkik edilmek suretiyle 1908 Meşrutiyet ve ilk meclisin kuruluş hikâyesine ulaşılırken; toprak kayıpları, Balkan tehciri, Kafkas sürgünleri, içeride Ermeni-Taşnak meseleleri ciddi şekilde tetkik edilmeli ve müfredatta doğru bir şekilde yer almalıdır.

31 Mart Vakası’nın (13 Nisan 1909) tarihimizdeki önemi ve yeni bir oluşuma kaynaklık etmesine ek olarak II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinin arkasındaki akla ve o aklın tasarlamaya giriştiği yeni dünyanın kadim geleneğine Haçlı zihniyeti göz ardı edilmeden bakılmalıdır. Hal Fetvası’nın dönemin Şeyhülislam’ına imzalatılmasından sonra İttihat Terakki Cuntası ve Meclis-i Mebusan üyelerinin (Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi) oylamasına sunulmasının garip hikâyesi de mutlaka bilinmelidir; çünkü İslam dini kurallarına göre düzenlenen bir fetvanın farklı dinlere mensup bir gruba onaylatılarak Müslüman bir halifenin iktidardan uzaklaştırılması tarihteki tek örnektir. Dini bir metnin farklı dinlere mensup bir gruba onaylatılması üzerine düşünmeye değmez mi?

Birinci Dünya paylaşım savaşına girişimiz, 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’ten çıkmamız, Çanakkale başta olmak üzere pek çok cephede yenilmeden mağluplar grubu içerisinde “yenilmiş kabul edilerek” topraklarımızın paylaşılmasını tarihi bir vaka olarak okuma sığlığından kurtulmamız gerekiyor. Kurtuluş Savaşı’nın “Hilafet ve Devleti Kurtarma” fikri ile başlayarak gerçekleşmesinden sonra I. Meclis’in feshedilerek yeni Türkiye’nin ne üzerine kurulduğunu ve hangi pozitivist temel argümanların kopuş ideolojisinin gerekçeleri yapıldığına aşina olmak gerek.

Türkiye Cumhuriyeti fikrinin üçüncü bir meşrutiyet olarak İttihat Terakki cuntasının zihni mirasını pozitivist-milliyetçi-ulusalcı bir anlayışla hayata geçirildiğini, dinin toplum hayatından çıkarıldığını, kılık-kıyafet devrimiyle insanlarımızın yeni tip bir insana dönüştürülme ve bu gerekçe ile kimi çevreleri tasfiye etme aracı olarak kullanıldığına da bakmalı. Alfabe değişikliği, dile aleni müdahaleler ve dilde tasfiyeciliğin kültür ve medeniyet geleneğinden tamamen kopuş anlamına geldiğini de artık görmek gerek (Burada Eski Türkçe alfabeye dönüş önerilmiyor; ancak dilde yapılan kıyımla kaybedilen kelime ve kavram mirası lügate kazandırılmalıdır).   

Egemen Kemalist ideolojinin şekillendirdiği dil ve tarih anlayışının 1923’ten itibaren edebiyat, kültür, sanat ve medeniyet hafızamızı iğdiş ettiğini kabul ederek yeniden çalışmaya başlamalıyız. Eğer doğru bir çalışma yapılabilir ve yeni neslin en azından Mehmet Akif ve Tevfik Fikret’le başlayan ve günümüze uzanan edebiyat birikimini anlayacak düzeyde bir Türkçeye vakıf olmaları temin edilebilinirse ikinci yüzyıl daha başarılı bir yüzyıl olacaktır.

Osmanlı eğitim sisteminin bakiyesi olan Cumhuriyet’in kurucu neslinin hangi gerekçelerle kopuşu yürürlüğe koyduğunu ve büyük kopuşa, kırılmaya, medeniyet iklimini değiştirmeye aracılık ettiklerini doğru verilerle tespit etme noktasındayız. Belgelere dayalı yeni tarihi yazarak resmi tarih yazıcılığının gizemli hale getirdiği kişi, olay ve olgular etrafında kurulan ve kurgulanan komplo teorilerine de son verebiliriz.    

İttihat Terakki geleneğinin milliyetçi-ulusalcılıktan (etnik aidiyet) taviz vermeden tepeden inmeci bir anlayışı uzun yıllar demokrasi olarak millete yutturulduğunu, hile ve düzenbazlıkla organize edilen çok partili sisteme geçiş seremonilerinde yaşanan rezaletleri bilmek de siyasi tarihimizi anlamamıza yardımcı olacaktır.  

Baskın tarihçilik anlayışının 'bilimsel/resmî' (!) Türk tarih yazıcılığına giydirdiği tartışılmaz ideolojik çerçeve bilme hakkımızı sınırlı bir alana hapsediyor. Modernleşme iddiasıyla kurgulanan siyasal ve ekonomik tarih araştırmalarında Kemalist ideoloji çerçevesinin dışına çıkılamamıştır. 1960 darbesinin yaşattığı gerileme ve travma 1970’li yıllarda farklı kesimlerce temel insan hakları, eşit eğitim hakkı ve daha demokratik bir ortamın inşası talepleri toplumu yeni bir arayışa sürüklemiş; Batı dünyasında başlayan yeni ideolojik çıkışlar Türkiye’de de daha sert ideolojik ayrışmalara zemin hazırlamış ve Mart’72 muhtırasıyla ideolojik ortam asker eliyle şekillendirilerek yeni bir yön tayin edilmeye çalışılmış ancak Yeni Kemalist tasarım gerçekleştirilememiştir.

Oluşan yeni çatışma ve ayrışma ortamı 80 askeri darbesinin yapılması için ortamın hazırlanmasına zemin hazırladı ve darbeden sonra soru sormayan, araştırmayan, merak etmeyen bir nesil çağı başlatıldı. Toplumu yeniden İslamlaştırma ve milliyetçi bir ortam hazırlama girişimleri Türk-İslam Sentezi ucubesini ihdas etti.