1980 darbesinin gri zamanları bizim nesil için büyük bir travmaydı. Öncesi bir felaketti; ancak o felaketin mimarları da gençler değildi. Bilinen meşhur klişesi ile “aynı silahla farklı ideolojilere mensup kişiler öldürülüyordu.” Darbeciler de gerektiğinde kâğıt üzerinde yaşlarını büyüterek “tarafların her birinden gençleri darağacında sallandırmaktan” haz alıyordu. Babası imam üniformalı darbe lideri meydanlarda nutuk irat ederek, oruç günlerinde kürsüde “seferi fetvası” gerekçesi ile su içerek, NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın pakta dönmesinin önündeki veto kartına kaldırarak Türkiye’yi normalleştiriyordu(!).

 

80 darbesinin anayasasının temel insan hakkı kabul edilen giriş maddeleri evrensel anayasalar standardı cümlelerle başlayıp; “ama, fakat ve ancak” bağlaçları ile aynı cümle içinde ortadan kaldırıyordu. Üzülerek belirtmeliyim ki hâlâ o anayasanın kalıntılarının gölgelediği, siyasi erkin gücü sayesinde uygulanmayan kimi maddelerinin tehdit olarak korunduğu bir anayasa ile yönetiliyoruz. Mesela “inancı, kıyafeti ve fiziki tercihlerinden dolayı hiç kimse eğitim ve çalışma hayatından kısıtlanamaz” anlamında bir madde anayasamızda yok ve iktidarın değiştiği gün bu uygulamanın dönmeyeceğinin bir garantisi de yok. Halen sembolik bir iki akademik alan dışında herkesçe bilinen bazı üniversitelerde başörtülü öğretim üyesi istihdam edilmiyor.

 

**

1980 darbesi toplumu yeniden İslamlaştırma (!) ve milliyetçi bir ortam hazırlamak maksadıyla muhafazakâr akademik çevrelerin desteğiyle Türk- İslam Sentezi ucubesini ihdas etti ve bunun neticesi olarak okullarda “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersini zorunlu hale getirdi. Bu yapılırken ülkede yaşayan Hıristiyan, Süryani, Yezidi (…) inanç ve dinlere mensup insanların durumu düşünülmeye değer bulunmamıştı. Üstelik müfredatın hedef kitlesi ve sonuçları da bir tez ortaya koymaktan uzaktı. “Netekim” hâlâ yürürlükte olan müfredatın nasıl bir insan tipi ürettiğinin sonuçları da ortadadır. Sekülerlikle din-darlık arasına sıkışmış; ibadet ile ahlaksızlığı yan yana götüren, işine geldiğinde inançlı, menfaati gereği her türlü hak ihlalini meşru gören, alkol tüketilen masada servis edilen etin domuz eti olup olmadığını merak eden, üç katlı garibanın aile apartmanının önüne rüşvetle yüksek katlı bina inşa etmeyi hak gören, kırkından sonra aklını bir efendiye emanet ederek ve kandillerde kıldığı iki rekât namazla cenneti garantileyen(…) ucube bir tip. Hatta gözyaşlarıyla kürsülerde tepinip insan devşiren “Altın Nesil” yetiştirme iddiasıyla darbe girişiminde bulunan din-dar ve alnı secdeli sahtekârlar.

 

80 darbesinden sonra Türkiye sosyalist hareketinin temsilcileri önemli ölçüde sermaye çevrelerine eklemlenerek, eserlerini banka ve diğer sermaye sahiplerinin kurdukları yayınevlerinde neşrederek sosyalist düşünceyi, kapitalist anlayış çevreleri üzerinden pazarlamaya giriştiler. Karşıt iki düşünce uzlaşarak direniş ruhunu kaybetti ve iç siyasetin sınırları içerisinde ulusalcı bir dalgaya kapılarak siyaset etmeye başladı. Bu dönemde Kürtçü sosyalist hareket güçlenerek ve kendi insanlarına yabancılaşarak fiili bir terör grubu haline geldi. Sınır ötesinde emperyalist güçlerin sevk ve idaresinde, emperyalist güçlere karşı mücadele verdiği iddiasıyla kendileri gibi düşünmeyen Kürt köylerini yakarak ve aynı dili konuşan insanları göçe zorlayarak, yaylalarına gitmelerini ve hayvancılık yapmalarını engelleyerek ekonomik olarak da kaybedenlerden olmalarına sebep oldu.

1980 darbesinden sonra İslamcı çevreler önemli ölçüde içlerine kapanarak ve yeniden okuyarak bir çıkış arayışına girdiler. Sivil örgütlenme imkânları ellerinden alınan İslamcılar, bulundukları tarihten geriye doğru pek çok alanda yeni okuma ve araştırma imkânları üzerinde tartışmalar yaptılar. Medine Vesikası etrafında yapılan tartışmalar, 1979 İran Devrimi ile gündem olan ve seksenlerde devam eden arayışlar yeni ve farklı bir vasatın oluşmasına sebep oldu.

1970'li yılların başında Raci El Farukî ile başlayan "bilginin İslamileştirilmesi" tartışmaları ve yoğun fıkhi müzakerelerin İslamcıların hayatına girmesi ve "her meseleyi İslamileştirme" çabası önemli ölçüde kafa karışıklığına sebep oldu. Hayrettin Karaman'ın "İslam’ın Işığında Günün Meseleleri" kitabı bazı yeni meselelerin farklı tartışma zeminini ortaya çıkardı. İran devrimi sonrası daha görünür olan Müslümanlar ve Müslüman kadınların durumu ilginç yorum ve uygulamaların ortaya çıkmasıyla yeni entelektüel bakışlar yazıldı ve konuşuldu. Çoğalan fıkıh külliyatları, daru'l-harp tartışmaları, İhvan-ı Müslimin ve Pakistan Tebliğ Cemaati çevresine mensup kişilerin eserlerinin kimileri tarafından bir kaç günde tercüme edilerek yayımlanması ile ortaya çıkan tartışmalar ortamı bataklığa dönüştürdü.