Batı felsefesinin faydacı ahlâk kuramı, materyalizm çerçevesi ile birlikte düşünüldüğünde ortaya çıkan sentez “dünya maddeler dünyasından ibaret olduğuna göre, bireyin mutluluğunu azamiye çıkarma çabası, tüketim malları edinimine aşırı önem vermek eğiliminde belirginleşecektir” görüşünü öne sürmektedir.

Öyleyse kapitalizm olarak adlandırdığımız ana akım iktisadi teori ve pratiğin amacı üretimi böylece tüketim ve refahı artırmaktır. Başka bir deyişle toplumlardaki iktisadi faaliyetlerin amacı üretim düzeyinin zaman içerisinde istikrarlı bir şekilde artırılmasıdır.

Sanayi kapitalizminde marjinal tasarruf eğilimi yüksek olan ve bu tasarruflarını yatırıma dönüştürme kabiliyetine sahip olan kimseler sermaye sınıfıdır. Sermaye sınıfının; tasarruf ederek, bu tasarruflarını yatırım harcamalarına (sermaye birikimine) yöneltmelerini sağlayan ise kâr ve faiz güdüsüdür. (Klasik düşüncede kâr ve faiz geliri arasında bir ayrım yoktur. Müteşebbis ve sermaye sahipleri aynı kişilerdir.)

O halde hasılanın fonksiyonel bölüşümü iktisadi büyümeyi etkileyen en önemli faktör olarak belirginleşmektedir. Daha berrak bir deyişle iktisadi büyümenin sürmesi için, gelirden işçi kesiminin (ücret) ve toprak sahiplerinin (rant) aldığı payın düşmesi, sermaye sahiplerinin (kâr) aldığı payın yükseltilmesi bir zorunluluktur. Kâr haddi sıfırlanırsa, sistem çökecektir.

Özet olarak kapitalist iktisadi sistem gelir pastasının büyümesini, ancak pastadan en çok payı sermayedarların almasını isteyen bir doktrindir. Bu daireyi pekiştiren motivasyon kâr ve faiz güdüsüdür.

Buraya kadar anlattıklarım kapitalizmin karakterinin aynadaki yansımasıdır. Bir de bu karakterin beraberinde getirdiği sorunlar ve bunlara çözüm önerileri de vardır ki burada da başat aktör faiz çerçevesidir. Mantıken, ruh olmadan beden bir hiçtir. Olayı bu açıdan yorumlayabilirsiniz.

Ortada makro teorik çerçevede çözülmesi gereken üç sorun vardır, enflasyon, işsizlik ve büyüme. Unutmayalım ki bunların asla sorun olmadığını iddia eden, ekonominin her zaman tam istihdam ve piyasa dengesinde, en yüksek üretim düzeyinde faaliyet gösterdiği inancına sıkı sıkıya bağlı kalan kapitalist düşüncenin bu sorunları kabullenmesi kolay da olmamıştır.

Geçen haftaki yazımın ana konusu olduğu için enflasyonu ele almak istiyorum. Kaldı ki yazımın devamında anlayacağınız üzere işsizlik ve büyüme çerçevesi de enflasyon ile bütünleşmektedir. Mikro çerçevede gelir dağılımında eşitsizlik vurgusunun kaynağı da enflasyon çerçevesi ile beraber olduğuna göre (veriler yüksek enflasyon dönemlerinin emek kesiminin aleyhine işlediğini ve fonksiyonel gelir dağılımında ücret gelirinin payının azaldığını göstermektedir) asıl meselemiz enflasyon olmaktadır.

Kapitalist Ortodoks düşünceye göre enflasyonun çözümü faiz çerçevesindedir. Bunu güzel ve süslü kelimelerle de anlatırlar.

Derler ki; enflasyon bozulmaya başlarsa faizler yükseltilir, fiyat istikrarını hedefleyen bu türden sıkılaştırıcı bir para politikası uygulamak atılan politika hamlesinin kredibilitesine bağlı olarak gelecek dönemdeki enflasyon beklentilerini ve ekonominin risk primini gerileterek uzun vadeli faizi düşürür.

Tasarruf ve yatırım kararları ekseriyetle uzun vadeli faiz haddine bağlı olduğundan, uzun vadede enflasyonda kalıcı düşüşün tesis edilmesiyle birlikte fiyat istikrarının sağlanması, düşük ve öngörülebilir bir yatırım atmosferi sunacağından, ekonominin üretim kapasitesi yükselir ki bunun adı genişletici sıkılaşmadır.

Onlara göre bu savın tersi de geçerlidir. Enflasyonu önlemek adına faiz marifeti ile bir adım atılmazsa enflasyon beklentileri ve risk primi yükselir, uzun vadeli faizler artar ki bu daraltıcı genişlemedir. Öyleyse reel faiz haddinin ekonominin potansiyelinde olmasını sağlayan reel faiz haddi seviyesinde (uzun dönem nötr reel faiz) sabit olduğu uzun dönem dengesinde faaliyet gösteren bir ekonomideki nominal faiz haddi; enflasyon haddi (nominal para arzı) ile birebir değişecektir.

“Neden böyle oluyor?” sorusunun cevabını inşallah gelecek hafta vereceğim.