Geçtiğimiz günlerde bir kargo firmasında insanları gözlemleme imkânım oldu. Benim gibi kargosunu göndermek için gelenler azınlıktaydı. Bekleyenlerin büyük kısmı iade ürünlerini teslim etmeye gelen bayanlardan oluşuyordu. Bilinen büyük alışveriş sitelerinin iade paketleriyle sırada bekleyen bu insanlar alışveriş çılgınlığının boyutunu anlamama yardımcı oldu.

Karantina döneminde başlayan bu alışveriş çılgınlığı bir ihtiyaçtan çok bağımlılık haline gelmiş görünüyor. Daha önceleri ayda yılda bir alınan elektronik ürünlerde veya kıyafette kullanılan internet alışverişleri günlük ihtiyaçların her çeşidini içine alacak kadar genişledi. Şimdilerde “Getir bi mutluluk!” sloganıyla kendini tanıtan bu çılgınlığın varacağı yeri düşünemiyorum.

Evinin altındaki manavdan, bakkaldan veya iki adım ötedeki kırtasiyeden alınabilecek ufak tefek ihtiyaçlar bile “Getir” butonuna basınca eve getiriliyor. Tüm işlemler elektronik ortamda gerçekleşiyor. Sanal mağazadan seçim yapılıyor, adres tanımlanıyor, gelen kargocuya kredi kartıyla kapıdan ödeme yapılıyor. İki adım yürümemek için yapılan bu devasa işlem ağının ortaya çıkardığı israfın tarifi mümkün değil.

Hemen aşağıdaki eczaneden alınabilecek bir cilt kremini veya küçük bir kâğıt makasını veya çayı-şekeri-makarnayı-domatesi bu şekilde satın almak bize başka şeyler anlatıyor. Yaşanan bu çılgınlık kapitalizmin getirdiği bireyleşmenin, bencilliğin, konfor tutkusunun, robotlaşmanın kısacası dünyevileşmenin son sınırıdır. Yıllar önce bir animasyon filminde (Wall-E) bu durumun güzel bir parodisi yapılmıştı. Lakin gidişat bunun gerçek olacağını haber veriyor.

Rene Guenon yaklaşık bir asır önce bu gidişatı görmüş olsa gerek ki şöyle diyor: “İnsan tabiatı daima tatmin olabileceğinden daha fazla suni ihtiyaçlar yaratır.” Burada bahsedilen modern insandır. Yani bizler… Teknolojinin getirdiği kolaylığı istismar haddine vardıran insanoğlunun ulaştığı bu nokta katı bir narsizmdir. Haz tutkusunu alışverişle gidermeyi alışkanlık haline getirmiş, kendinden başkasını umursamayan ve hiçbir değer kaygısı taşımayan esfelisafilin halidir.

Evinden dışarı adım atmayan, elindeki kredi kartıyla gün boyu “Sepete Ekle” butonunu kullanan günümüz insanının sanal dünyadaki bu yaşantısı arttıkça gerçeklikle bağı kopuyor. Bu ailelerdeki çocukların da aynı meraka kapılması şaşırtıcı olmasa gerek.

Seyyid Hüseyin Nasr’ın ifadesiyle “Artık kim olduğumuzu ve dolayısıyla bu hayattaki gayemizin ne olduğunu bilmeyen, nisyân içindeki varlıklara dönüştük.” Maddeye gösterilen bu tamah mananın ortadan kalkmasına yol açıyor. “Alın teri” kavramı yerine kolay yoldan para kazanma hırsı yaygınlaşıyor. Son dönemde artan kripto para, çiftlik bank, saadet zinciri vurgunlarının arkasında hep bu hırs yatıyor.

Bakın Heidegger durumu ne de güzel özetlemiş: “Modern insan, felsefesinde, biliminde ve etkinliğinin her yönünde, soyutlayıcı, hesaplayıcı ve her şeyi hâkimiyeti altına alıcı çılgın tavrıyla, bizzat bu tavrın kendisinin kurduğu bir tuzak içerisindedir ve sahici düşünmeden uzaklaşmış durumdadır. Bu nedenle kolaycı, yaygın düşünmenin ötesine, bizzat 'düşünme' denen şeyin temelini araştırmaya yönelmek gerekir. Bu temel, esasen insan olarak insana aittir. Fakat onun hatırlanması gerekir; çünkü modern insan bunu, yani düşünmenin Varlık'la ilişkide olmak ve Varlık'ı düşünmek olduğunu unutmuştur. İnsanı tekrar yola, düşünme yoluna ve Varlık'la serbest bir bağıntıya sokmak gerekir.”

Sosyolojinin insan tanımlarına baktığımızda yaşanan bu çılgınlığın nasıl bir travmaya evrildiğini daha kolay anlayabiliriz:

  • İnsan topluluk halinde yaşayan bir canlıdır.
  • İnsan ahlak sahibi bir canlıdır.
  • İnsan paylaşan bir canlıdır.
  • İnsan tercih yapabilen bir canlıdır.
  • İnsan empati kurabilen bir canlıdır.
  • İnsan sorumluluk sahibi bir canlıdır.
  • İnsan kültür üreten bir canlıdır.
  • İnsan inanç sahibi bir canlıdır.

Şu halde bizi insan olmaktan, millet olmaktan, aynı inanç ve kültür dairesinde saf tutmaktan alıkoyan her durum iflasımızı haber veriyor demektir. Gittikçe bireyleşen, bencilleşen, içine kapanan, komşusuyla-mahallesiyle-milletiyle bağını koparan her insan bizi biz yapan binadan bir tuğlanın eksilmesi anlamına geliyor. Nihayetinde eksilen her tuğla ile yıkılacak binanın altında hep beraber kalacağız. Tez zamanda bu fasit daireden çıkmak, bu dünyevileşme bataklığını kurutmak ve milletin paylaşan birer ferdi olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Çünkü dünya bizden ibaret değil. Biz de bu dünyada kalıcı değiliz. Bu fani dünyada nebevi ahlakı yaşayarak çoğalmak, iyiliği olabildiğince yaygınlaştırarak hem dünyamızı hem ahiretimizi kazanmak sorumluluğundayız. İsraftan kaçınmak, akraba-dost ve komşuyla ünsiyeti koparmamak ise bunun girizgâhıdır. Çünkü ebedi kurtuluş yolu budur.