Yarın okullar açılıyor. Yaklaşık 20 milyon öğrenci ve 1 milyon öğretmen ders başı yapacak. Milli Eğitim Bakanına göre okullarımız yeni eğitim-öğretim yılına hazırmış. Kitaplar gönderilmiş, bakımlar yapılmış, ödenekler yatırılmış, atamalar tamamlanmış.

Dikkat ederseniz bahsedilen hususların tamamı eğitimin ikinci planında yer alan maddi alt yapıya dair hazırlıklar. Bilgisayarlar, akıllı tahtalar, spor salonları, fotokopi makinaları veya modern derslikler özü itibariyle eğitimi kolaylaştıran yardımcı etmenlerdir.

Eğitimin başı da sonu da özü de sözü de öğretmendir! Diğer tüm paydaşlar öğretmeni desteklemek için vardır. Eğitim kısaca öğretmenin idealinden, gayretinden, özverisinden ibarettir. Öğretmenin motivasyonu yitmişse diğer tüm materyaller göstermelik birer aparattan ibarettir.

Sayın Bakanın haberi olmayabilir bu sebeple okullardaki genel durumdan biraz bahsedelim. Öncelikle öğretmenler çok kırgınlar. En son Ankara’daki eylemde orantısız güç kullanılması öğretmen camiasını derinden etkiledi. Oysa Sayın Bakanın bu bir avuç özel okul öğretmenini dinlemesi, bu sektörün sorunlarına kulak vermesi yaşanan olumsuz manzaraların önüne geçebilirdi.

Sağlık Bakanı gece gündüz sağlık personelinin mali ve özlük haklarını geliştirmek için yönetmelikler yayımlarken Milli Eğitim Bakanlığının öğretmenler için yeterli girişimde bulunmaması, eğitim camiasının temel gündemi durumunda. 1 milyon öğretmenin bağlı bulunduğu bakanlık kendi öğretmenlerini sahiplenmiyorsa hangi kurumsal kaliteden hangi ortak idealizmden bahsedilebilir? Hâsılı öğretmen güvenini yitirmiş durumda.

Öğretmenin itibarı cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş ölçüde aşındı. Sayın Bakanın bu konuyu daha fazla gecikmeden gündemine almasını tavsiye ediyoruz. Öğretmenler söz değil icraat ile kendilerine sahip çıkıldığını görmek/hissetmek istiyor.

Tüm okullara gönderildiği söylenen ödenek tek bir dönemin kâğıt parasına bile yetmiyor. Gönderilen tutar 500 öğrencilik bir okul için ortalama 15-20 bin TL. Bu parayla okul yöneticisi ne yapabilir, hangi yaraya merhem olabilir? Kâğıt olmuş 80 TL, toner dolumu olmuş 800 TL. Sırf “ödenek gönderdim” demek için yapılan bu uygulama okulların derdine çare olur mu?  Ayrıca bu okulların personele, temizlik malzemesine, sürekli gelişen yeni teknolojilere, bakım onarım desteğine ihtiyacı var. Aile Birlikleri de bunun için var. İş üreten, başarılarıyla öne çıkan yöneticilerin bozuk para gibi harcandığından Sayın Bakanın elbette haberi yoktur. “Ali kıran baş kesen” elektörlerin sahada yaptıklarını görse eminim ki Sayın Bakan da isyan ederdi. Milli eğitimde başarı hiçbir şekilde cezasız bırakılmıyor. Oysa eğitimciler kadar denetleyici mekanizmaların da eğitimin ufkuna dair sorumluluk taşıması gerekmez mi?

Ülkemizde eğitimin ruhu yitmiş durumda. Sayın Bakanın uğradığı protokol okulları hariç ortak bir heyecandan bahsetmek oldukça zor. Neredeyse tüm mesaisini mesleki eğitime veren, yakın ekibine mesleki eğitim kökenli isimleri alan Sayın Bakanın diğer okullardaki öğrencilere de kulak vermesi gerekmez mi? Nihayetinde eğitim sistemimiz meslek liselerinden ibaret değil. Nurettin Topçu’nun ifadesiyle söyleyecek olursak “Bugünkü okul, millete insan yetiştirmek için değil adeta fabrikaya usta yetiştirmek için çalışıyor.”

Sayın Bakanın sözleri ile icraatları arasındaki tenakuz hemen göze çarpıyor. Daha da vahimi, sorumlu makamlara getirilen isimlerin eğitimde başarılarıyla öne çıkmış, somut projeleriyle kendini ispat etmiş isimlerden seçilmemesi başarıyı en başından engelliyor. Örneğin Bursa’da yerel basında başarısızlıkları dolayısıyla alabilesiye eleştirilen, şehrin hem LGS hem YKS başarı sıralamalarında 4 yıl içinde çok gerilere düşmesine yol açan il müdürü hangi liyakat ölçüsüne göre Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü yapılmıştır? Bu il müdürü Gezi kalkışmasına destek veren, toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla bilinen KALDER gibi derneklerin faaliyetlerine katılıp sırtlarını sıvazlıyorken hangi liyakat ölçüsüne göre dikkate alınıp Ankara’ya taşınmıştır?  Bu il müdürünün hayat boyu öğrenmeye dair hiçbir tecrübesi olmadığı halde hem de önceden bulunduğu görevlerdeki istatistikleri ortada olduğu halde ekibiyle birlikte Ankara’ya niçin taşınmıştır? Örnekler daha da çoğaltılabilir… Bu ülkede başarısızlık mı ödüllendiriliyor? Oysa adalet ve güven, ancak ve ancak liyakat gözetilerek sağlanabilir. En iyi ceket ilikleyenden kadro oluşturulursa eğitimin varacağı yer elbet ona göre olacaktır. Bize fikir üreten, yeri gelince itiraz edebilen, eski mahalleye yeni adetler getiren, başımıza icat çıkaran, heyecanını diri tutan idealist EĞİTİM LİDERLERİ lazım. Emir eri olmaktan öteye geçemeyen “hemen efendim-tabi efendim-emredersiniz efendim” diyenler değil.

Sayın Bakana tavsiyemiz – Osman Sezgin’de olduğu gibi – liyakatin kati şekilde uygulanması ve köklü bir paradigma değişikliğine gidilmesidir. Tıpkı Mesleki Eğitim Merkezleri uygulamasındaki gibi her alanda devrim niteliğinde adımlar atılmasını bekliyoruz. Bakanın samimiyetine inanıyoruz lakin hem kadro seçiminde hem de eğitimin lokal olarak ele alınmasında hatalar yapılıyor. Eğitimin bütününe dair millî-manevi-ahlaki kalkınmayı esas alan zihniyet devrimi şart. Bunu geciktirdiğimiz her gün makus talihimize doğru yol alıyoruz. Nesillerimizi korumanın yolu bir şeyler yapmaktan, adım atmaktan geçiyor. Edebiyat kitaplarında Nazım Hikmet’in yanına Necip Fazıl’ı eklemek bir müfredat değişikliği değildir. İçerik değişse de zihniyet aynı kaldıkça ha Necip Fazıl olmuş ha Nazım Hikmet, bir farkı kalmıyor. Nihayetinde sistem Necip Fazıl’ın eleştirdiği noktaya varıyor.

Eğitimdeki başarı derslik sayılarıyla, binalarla veya teknolojiyle ölçülmez. Eğitimdeki başarı nitelikli, ahlaklı, donanımlı, tarihini ve değerlerini bilen öğrenciler yetiştirmekle ölçülür. Bu da ancak motivasyonu ve donanımı tam öğretmenle sağlanabilir. Eğer ki bunları öncelemiyorsanız yaptığınız, fasit dairede dönmekten ibarettir. Özellikle sınavsız öğrenci alan liselerde durum vahim noktadadır. Proje okullarındaki keyfî atamalar ile 76. maddeden yapılan haksız atamalar, mesleki etik ve iş barışı kavramlarını alt üst etmiş durumda. Tüm bunlar yetmezmiş gibi kimi öğrenci ve velilerin 6284 sayılı kanunu bir silaha çevirip öğretmenlere karşı kullanması, eğitim sistemimizdeki öğretmen-öğrenci ilişkilerini hiç olmadığı kadar geriye götürmüştür. Mevcut durumda bir öğretmen adeta robot gibi dersine girmekte, başı derde girmesin diye öğrencisine karşı en ufak bir nasihat vermeyi aklından bile geçirmemektedir. Oysa eğitimin özü sevgi ve şefkattir. 6284 ile bu bağ ortadan kalkmış durumdadır. Bu manzaralar öğretmenin sahipsizliğinin göstergesidir.

Yarın okullar açılıyor. Eğitimde güvenin yitirildiği, öğretmenin itibarsızlaştırıldığı bir dönem yaşıyor olmamıza rağmen öğretmenler, ümidini korumaya ve elinden geleni yapmaya çalışıyor. Sayın Bakana ise son kitabının başına koyduğu, “Güzel ülkemin fedakâr öğretmenlerine” ithaf cümlesinin gereğini yapmak düşüyor. Yazımızı yine Nurettin Topçu’dan bir alıntıyla tamamlayalım:  “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer.”