Kaplanların bizi terk ettiği gün, duvarlarımızdan halılar indirilip TV'ler başköşeye kurulduğu gün yaşımızı kaybettik!

Suretler var, yıllar öncesinin duvarlarında hâlâ duran… Biz yaşlansak da onlar hep aynı yaştalar.

Ayaklar altından kaldırılıp duvarlara asılan, başlara taç edilen halılar, kilimler vardır hani. Çoğumuzun çocukluk odalarının duvarlarında bir masal kapısı gibi dururlar. Binbir gece masallarına, kırk odalı saraylara o kapıdan girilirdi.

Üzerlerinde aslanlar oynaşır, atlar çayırlarda koşarlar, kadınlar bir eğlenceyi seyrederler, geyikler ırmaktan su içerler, tavus kuşları o muhteşem kuyruklarını yelpaze gibi açıp vakarla ev halkına güzelliğin dağlarını gösterirlerdi. Ya da baklava dilimli Anadolu kilim motifleriyle süslü dururlar öylece.

Ev halkı mesut ise onlar da mesuttur. Evden bir ölü çıktığında duvardaki kaplanlar yüzlerini toprağa gömer, ceylanlar melul melul bakarlar, atlar yollarını şaşırırlardı hani… Sonra, gurbetten biri gelmiş ise, duvardaki halıdan inen çocuk sanki dayısının elini öpüyormuş gibi gurbetçinin ellerinden öpmek için halıdan kayıp odamıza girerdi ya…

Kimi halılarda Çingene kadınlar olurdu; muhabbet eden, etrafına göz süzen… O kadınların 19. yy’da İstanbul’da yaşadıklarını ve saray ressamı Zonaro tarafından resmedildiklerini öğrendiğimizde, bir akrabamızın bizden habersiz yıllar önce öldüğü hissiyle buruk bir hâl alıyordu yüzlerimiz. Oysa duvardaki halıda onlar muhabbet ederlerdi bizler daha yeni yetme bir delikanlı olduğumuz yıllarda.

Kâbe ve Ravza-i Mutahhara evin en paşa köşesini tutardı. O halıların iplikleri ne kadar da parlaktı! Kimisi için ninelerimiz, “Hacdan getirdim ben onu. Saf ipektir yavrum!” dediğinde, ipeğin ne olduğunu bilmesek de, o halıların daha bir kıymetli olduklarını anlardık.

Duvar halıları Hz. Ali cenkleri dinlerken yaşlandılar. Evden gelin çıktığında ipleri ağarmaya başladı. Bir cenaze çıktığında ise kenarından, gözyaşı gibi, iplik iplik sökülmeye başladılar.

Bir de yer halısı büyüklüğünde halılar vardı. Çoğu Isparta işi… Rahmetliler, ölmeden önce vasiyet ederlerdi, ”Bunu, ben ölünce camiye bağışlamazsanız iki elim yakanızda olur öte dünyada!” diye. Ağır renkler olurdu o halılarda: Kırmızı, kahverengi, yeşil, aralarda mavi ve turuncu şeritler… O halılara bakmak istemezdi çocuklar. Öyle ya, bir tabuta sarılacak olan halının ne işi vardı misafir odasının duvarında?!

Bizimle birlikte seyrettiler hayatı: Bizden biri öldüğünde onlar da ağladılar, düğünümüzde onlar da sevindiler, bir bebek doğduğunda o bebeğin kulağına ezanı halıda namaz kılan adamlar okudular, gurbete gidenin ardından önce onlar su döktüler, gurbetten gelenin boynuna bizden önce sarıldılar, bizler yaşlanırken onlar iplik iplik döküldüler avuçlarımıza...

Hz Ali cenkleri dinlediler dedelerimizin sözlerine motiflerini dayayıp...

Gün geldi, bizler, bir kutunun içindeki yabancıları seyrederken onların duvarda yapayalnız kaldıklarını görmedik. Evlerin başköşelerini televizyonlar zapt ettiği gün halılar sadece resimli halıydı artık.

Sonra evlere kartonpiyer, su bazlı boyalar geldi. Apar topar, çocuklara göstermeden duvar halılarını kaldırdılar duvarlardan. Ve sürükleyerek götürdüler eskici mezatlarına, duvar halılarında ölen evimizin o masum hayvan suretlerini.

O gün birçok çocuk, çocukluğunu kaybetti!

Tüm duvar halılarında başka bir dirilik, başka bir naiflik vardı. Ama, Hz. Hüseyin’in şehit olması üzerine yapılan bir resim var ki, eşlerinin, atının, hatta çadırın kenarındaki farelerin bile ağladığı resim, ev halkına hem “hayat, iman ve cihattır” diyen güzel insanı hatırlatıyor hem de ölümün dokunaklı çehresini odanın tam ortasına bırakıyordu.

Çocukluğunun duvar halılarını özleyenler için iyi bir haberim var aslında: O halılardaki masum güzeller ölmemişler! Çünkü hiç yaşamamışlar onlar. Bizim gördüğümüz en saf en temiz en gülümseyen rüyalarmış o halılar. Hafızamız bize bir oyun oynamış. Hatta TV’ler evleri istila etmemişler; dedelerimizin anlattığı cenk hikâyeleri, Karacaoğlan’ın maceraları, Battal Gazi’ler, duvarlarımızın tereklerine-kirişlerine saklanmışlar, yanlarına da hayallerimizin çocukları olan duvar halılarını almış, bizim sıla-i rahim yapmamızı bekliyorlarmış.

Meraklısına not: Duvar halılarına resim yapma, hikâye işleme geleneği Kuzey Irak’ta, Afganistan'da ve İran’ın batısındaki şehirlerde devam etmekte.

...

Allah Kerîm...