Tarihe çok meraklıyız. Ama daha çok işin dedikodu ve magazin tarafını seviyoruz. Fikirlerimizi ve görüşümüzü destekleyen hikâyeleri tercih ederek, az olan bilgilerimizle kesin hükümler veriyoruz. Tarih üzerinden birbirimizi dövüyoruz. Kendi tarihimiz hakkında da çok fazla eser ürettiğimiz söylenemez. Tarih yazıcılarının az olduğu toplumda çok okuyucu da beklemek doğru olmaz. Maalesef az okuyor, çok konuşuyoruz.

Söz konusu olan Türk tarihi olunca yüzyıllara sârî bir dönem ve bütün yeryüzünü ilgilendiren bir büyük hazineyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz. Üstelik “ideolojilerimiz” uğruna koca bir tarihi kurban etmekte üstümüze yok. Tarih boyunca kurduğumuz onlarca devletin bir kısmını bir kalemde silip atıyoruz. Bir kısmımız 100 yıldır ayakta olan Türkiye Cumhuriyeti’ni savunacağız diye dünyanın en büyük ve uzun yaşamış devleti Osmanlı’ya ağzımıza geleni söylüyor. Bir kısmımız ise her türlü yanlışın üzerinde masum kabul edip ona en ufak bir laf gelsin istemiyor. Bu iki dengesiz yaklaşım arasında kör dövüşü yapmaktan bir türlü kendimizi kurtaramıyoruz.

Her Türk gibi ben de tarihe meraklıyım. Uzun yıllardır Türk tarihi konusunda belgeseller yaptığım için okumalar yapıyorum. Dünyada Türk izlerini takip ederken kendimi büyük bir deryanın içinde bulduğumu belirtmeliyim. Öyle bir derya ki ucu bucağı, başı sonu yok. Her açtığım kapının arkasında geniş bir bilgi hazinesiyle karşılaşıyor, hayretler içerisinde kalıyorum.

Osmanlı- Cumhuriyet eksenli dalalet, hıyanet yaklaşımlı söylemleri duyunca çok üzülüyorum. Koca koca devlet adamlarının eline mikrofonu geçirince “sözün şehvetine” kapılıp kırdıkları bardaklar, devirdikleri çamlar toplumumuzda derin yaralar açıyor.

Ben paralel okuma yapmayı seviyorum. O nedenle yarısını okuyup bitiremediğim kitap sayısı oldukça fazladır. Bazen çantamda beş altı kitap taşırım. O günlerde çantam çok ağır olur. Kitap taşımanın ne demek olduğunu tabir câizse eskiden Cağaloğlu’nda kâğıt ve kitap taşıyan hamallar gibi ben de bilirim.

Tartışma konusu tarih olunca size karınca kararınca faydam olsun diye yarıya kadar okunmuş ve okumaya devam ettiğim tarih-hatıra kitaplarını paylaşmak istiyorum:

Şair-Yazar Ömer Erdem’le dostluğumuz çok eskiye dayanır. Beni her ziyarete geldiğinde elinde yeni çıkmış bir kitap olur. Ömer Bey son gelişinde elinde Marco Polo: Seyahatname adlı kitap vardı. Kitabı görünce çok heyecanlandım. Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’da yıllar önce Marco Polo’nun heykelini görmüş, önünde fotoğraf çektirmiştim. Okumayı aklıma koyup ama gerçekleştirememiştim. Alfa Yayınlarından çıkan kitap İtalya’dan başlayıp Çin’e uzanan uzun maceralı yolcuğun hikâyesini anlatıyor. Kubilay Han’ın sarayında geçen uzun yılların hatıralarıyla tarihe ışık tutuyor. Az kaldı bu kitabı bitiriyorum.

Evliya Çelebi’nin İzinde, Hayati Develi tarafından hazırlanmış, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından basılmış. Rusların Gözüyle Türkler, İlyas Kemaloğlu tarafından yazılmış, Kaknüs Yayınları basmış. Güney Afrika’da Osmanlı İzleri’ni Halim Gençoğlu yazmış, Kronik Kitap basmış. The Balkans: A Short Story, Mark Mazower’in. Bu kitaplarda çok güzel bilgiler var, okumaya devam ediyorum.  Bir başka yazıda onlardan da söz ederim İnşallah.