Hayatımızda yer tutan ana faaliyetlerden biri yürüyüşlerdir. Ömrümüzün ne kadarı yürümekle geçer, bunun bir hesabı var mı bilmiyorum? Yürümek aynı zamanda bulunduğun yeri terk etmek anlamına da gelir. Bu da olumlu ya da olumsuz maceralara girmek demektir. Her yürüyüşün sonu hayra çıkmaz. O yüzden çıkışta iyi niyet ve istikamet önemlidir. Birçok düşünürün hareket hâlinde fikirlerini geliştirdiğini biliyoruz.

Milletimizin genel özellikleri arasında bir şeylere karşı “isyan” ederek yürümek yoktur. Bıçak kemiğe dayanmadıkça sabreder, kötülük yapanların insafa gelmesini bekleriz genellikle. O yüzden milletimiz çok büyük acılar yaşamıştır. Bilinenin aksine “sabır” ve “metanetiyle” tevekkül göstererek zorluklar karşısında olgunluğunu korumuştur. Belki de bu durum uzun bir “devlet” kültürünün olmasından ve farklı din, dil yapılarına sahip toplumları yönetme anlayışından geliyor…

Hak arama usullerinin de haklı olmasına azami özen gösterilir, kültürümüzde. “Yürümekle”, “sağı solu dağıtmakla" bir yere varılmayacağı kanaati çok yaygındır. Yanlış yapanların çokça istismar ettikleri bir özelliktir bu aynı zamanda. Ama son raddeye gelindiğinde bizim insanımızı tutmak da oldukça zordur. İşte o zaman tepkisi de yaman olur.

Bugün ben size yaptığım karşı yürüyüşlerden örnekler vermek istiyorum. Hak ve hukuk konusunda hayatımız boyunca çokça mağduriyet yaşadık. Bunların büyük çoğunluğu şahsi haklardan ziyade umumun haklarıyla ilgili oldu. Geriye bakıyorum; çocukluğumdan beri ömrümün her kademesinde bir şeylerin düzeltilmesi veya daha iyi olması için yürümüşüm. Peki bu yürüyüşler ne kadar işe yaradı?” diye sorarsanız yine size güzel deyişimizle cevap vermek isterim; “Biz seferden sorumluyuz, zaferden değil.” İyi niyetle yola çıkarız, sebeplere yapışır ama sonucun mutlaka bizim hedeflediğimiz gibi olmayacağını da biliriz. Hani derler ya “Aramakla bulunmaz ama bulanlar da arayanlardır.”

Bu yürüyüş muhasebesi düşüncesi, yine yanlış gittiğine inandığım bir şeyleri düzeltme nedeniyle ortaya çıktı. Geçen pazar günü Saraçhane’de yapılan “Büyük Aile Buluşması”na katıldım. Zaman zaman yoğun yağan yağmura rağmen insanlar, “çoluk çocuk maaile” ellerinde Türk bayraklarıyla meydanı doldurmaya devam ettiler. İnsanlığın tabiatına aykırı sapkın anlayışların dayatılmasına, karşı bir duruş sergilediler. Meselenin özünde küresel bir tehdit haline gelen LBGT’ye karşı dur demek vardı. Çünkü insanlık için büyük bir “soruna” dönüşen bu sapkınlık dayatması, milletimizin “maşerî vicdanını” yaralıyordu. Toplanan binlerce aile, farklı kesim ve çevrelerden tanıdığımız insanların selamlama konuşmalarını dinlediler. Konuşmacıların söylemlerinde en çok dikkat ettikleri şey ise evrensel kişisel hak ve özgürlükler bağlamında insanların özel tercihlerini tartışmaya açmamak oldu. Ancak dayatmaların ve bunun propagandasının yapılmasını istemiyorlardı. Konuşmacılar arasında ülkemizin önemli psikologlarının olması da önemliydi.

Fâtih Camii ve Beyazıt Meydanı arasında 35 yıldır farklı sebeplerle sayısını hatırlayamadığım kadar çok yürüyüşe katıldım. Bu yürüyüşler Sultan Ahmet Meydanı’na kadar varan “hak, hukuk” arama mücadelesinde karınca misali “safımızı belirtme hareketiydi. İnşallah gelecek yazıda bu yürüyüşlerden önemli hatıraları size nakletmeye çalışacağım.