Dünya çok değişiyor, hep değişiyor. Dengeler başka artık, düzen bir garip. Bir önceki sefer olanın bir sonraki seferde aynı şekilde olacağını zannetmek de hata oluyor. Değişiyor yani. Hem de çok ve hızla değişiyor.

Bu değişenin aslı insan galiba. İnsan değiştikçe her şey değişiyor. Bambaşka bir dünya ve bambaşka kişiler oluyoruz.

Önceden şöyle düşünürdüm ben; ne bileyim bu yaşadığımız zamandan yüz sene evvel yaşamış biri mesela mümkün olsa da çıkıp bu zamana gelse, şöyle bir dolaşsa etrafı, insanları izlese, değişiklikleri görse, yapılanları seyretse nasıl olur, neler düşünürdü? Ne kadar hayret ederdi mesela? Şaşırırdı, orası kesin; ama sevinir miydi, üzülür müydü? İşte o tarafı zihnimde o kadar da kesin ve berrak değil.

Şimdilerde ise bu yüz sene meselesinde bir revize yaptım ben. On sene diyorum. On sene evvel biri, içimizden, aramızdan biri bir uykuya dalsaydı ve bugün uyansaydı. Gördüklerinin ne kadar farklı olduğunu ve olabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Sadece on sene diyorum. Sadece bu kadar bir zamandan bahsediyorum. Bir düşünün Allah aşkına! On senede nelerin değiştiğini bir düşünün.

Aynı soruyu tam burada bunun için de soruyorum; şaşırırdı, orası kesin; ama sevinir miydi yoksa üzülür müydü?

Ben bu olana değişim demezdim aslında bir tür bozulma bu. Apaçık bir bozulma. Dünya değişmiyor ve gelişmiyor bence. Bozuluyor, tükeniyor ve bitiyor. Ve bunu insan yapıyor. Kendine ve kendi eliyle.

Çok garip değil mi? Kendimiz yapıyor, bu hâle getiriyor sonra da oturup şikâyet ediyoruz.

Şair şöyle söylüyor;

Pek rengine aldanma felek eski felektir

Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir

Öyle yani.  Ne yaparsak yapalım dünya tam da böyle bir yer ve her seferinde rengine bizi aldatıyor. O renk hep değişiyor ve bu renk bizi mutlu mu ediyor, mutsuz mu? Bilemiyorum...

Neyse, haberlerden gündemden vesaireden bahsetmek istemediğimden bunca etrafından dolaşıyorum. Zira annesini öldüren oğullar, çocukları kaçırılan anneler, saçma günlük kavgalar çok yordu beni ve kaçıp da saklanacak bir yer arıyorum. Varsa…