Genç İnsan!

Allah'a yaklaşmanın en güzel belirtisidir “namaz. Zira o, Kâinat Efendisi'nin Miracında verilmişti mü'minlere hediye olarak… Ancak onunla çıkılacaktı Miraca… Ancak onunla yakın olunacaktı Mevlâ'ya… Sevinçler gelecekti onunla gönül âlemlerine. Allah'a kulluğun hazzı, onunla ulaşacaktı kalp âlemlerine.

Kapanmamalı mü'mine kapılar. Yani kapatmamalı o kapıları inananlar. Allah'a yakınlığın ondadır sırrı. Onunla çözülür ancak kul olmanın şifresi…

Bir muhabbettir o… Bir disiplindir o…

Bir neş'e, bir sevinçtir o… Bir göz aydınlığıdır o…

Bir göz nûru'dur, Allah Rasûlü'nün lisanından…

Bu nuru kaçırmayın gençler!

              * * *

Şimdi çağırıyor seni ezanlar… Haydi! Açılmıştır sana kapılar… Çağırandır onca melekler… Ey mü'min! Bilesin ki; namaza açılmalı bütün kapılar!

O maddî ve manevî kapılar ki, ancak namazla açılır insana o cennet kapıları… O hâlde; "Vakitleri belli olan" namaza koş! Haydi! Şimdi!

Bil ki Genç İnsan!

TEMELDİR SABAH NAMAZI:

Ey İnsan!

Kim bilir bu kaçıncı şafaktır acep üzerine doğan? Ne yaptın şimdiye dek onları? Var mıdır, bilir misin bundan sonrası?

Bir sevda yumağı misâlince eğrilen kul! Şimdi geceden sabaha ulaşmanın şükür zamanıdır…

Gel, gönül gözlerin aydınlansın! Gel, güneşin aydınlattığı gündüzler misâli, ruhunda nice meş'aleler yansın! İşte bir sabahın daha oldu. Şükrünü îfaya koş ki, eğirdiğin ipin cennet libasları olsun!

"Haydi namaza!" diyen müezzinlerin sadâları, sana nice hayatlar bahşetsin! “Haydi felâha!” diye haykıran ebediyet güfteleri, sana muştular sunsun!

Sonra da şu eşsiz manâ kulaklarında çınlasın:

"Namaz uykudan hayırlıdır, namaz uykudan hayırlıdır." Muhammedî bir sadâ göklerde… Günün başlangıcıdır o… Senin günün ki, sağlam olsun temeli;

Sabah Namazı ile…

İŞTE ÖĞLE NAMAZI

Gün yarı oldu.

Bilir misin ey kul, ömrün kaç yarımlar yedi bitirdi? Ne kaldı sermayen? Yarın çağrılacaksın hesaba…

Şimdi durma koş, nefsinin hesabını tutmaya.  Altında koşuşturduğun güneşin, bir hiç kalır mahşerin güneşinde.

Kim bilir kaç öğle namazın kayıplara karışıp gitti. Şimdi tevbe zamanı… Af ve mağfiret ânı. Koy başını secdeye! Koş, nefsini hesaba çekmeye. Hesaba çekilmezden önce… Pişmanlık gökyüzünü kaplamadan önce… Evet, o; Öğle Namazı…

ŞİMDİ İKİNDİ NAMAZI

Bilir misin ey insan, ömrünün neresindesin? Belki de güzündesin. Kışa az kaldı belki… Ne zaman dönüp ardına bir baktın? Neler bıraktın, neler aldın ve neler gönderdin? Ne kadar gayretin oldu ey inanan! İnandığın hakîkatlerden neleri hayata geçirdin?

Bilir misin; “İkindi namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden) durumu, malını ve ehlini kaybeden kimsenin durumu gibidir,” ( Buhârî, mevâkît 14) Hadis-i Şerifini…

Sen olmadan da gider o ikindiler... Onlar varacak ama sen olmayacaksın. O gün acep ne yapacak, nasıl telâfi edebileceksin? Öyleyse durma… İkame et onu. Sensiz gitmesin, seninle olsun… Onunla ol sen de…

Haydi, İkindi Namazına…

SIRA AKŞAM NAMAZINDA

Bir koşuşturma yaşar insanımız, alabildiğine bir hız… Karanlık çökmeden bitirmek için işleri… Sen ey insan! Düşündün mü hiç asıl ve ebedî karanlıkları? Dünya karanlığına kalmadan koşuştururken, ne yaptın âhiret karanlıklarını?

Nûrun olacak mı abdestin kabir âleminde? Görülecek mi sîmanda secde izlerin? Mahşerin derinliklerinde aydınlatacak mı onlar seni? Bir gün kıyametin koparken akşam vaktinde, hazır olacak mı aydınlatmak için yolunu, salih amellerin? Yoksa düşünmedin mi hiç bunları? Ne olur yazık etme kendine! Şimdi durma, haydi koş da var;

Huzurullah'ta Akşam Namazına…  O derunî zevke! O manevî ziyafete! O doyumsuz sofraya! Bil ki o;

Akşam Ziyafetin!

VAKTİN SONUDUR YATSI NAMAZI

Bir başka güzellik kaplıyor dünyamızı… Hilâli arıyor gökyüzünde gözlerimiz… Geceler ki sırlar yüklü; kiminde sevinç, kiminde hüzün... Dört duvar arası sır küpü… Örtülür kusurlar… Affa uğrar uykuyu bölüp el açan kullar.

Âşıkla Maşûk'un vardır nice halleri… O'nunladır sevenleri… Sevincine derman mı yeter Hakk'ı sevenlerin?.. Yanar, yakılır, mumlar misâli erir. Gözyaşlarına boğulur… “Özledim Seni Ey Güzel Rabbim!” diyerek boyunlar bükülür…

İşte şimdi, O’na götüren günün son vakti. Sır küpü gecelerin başlangıcı… Evet, yatmadan önce kılınacak Yatsı Namazı… Kıl da pişman olmayasın! Sakın nazlanmayasın. Nefsine aldanmayasın! Ey insan! Kendini ateşe atmayasın!

MİRÂC’IN ANLAM VE HEDİYELERİ

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in mucizelerinden birisi de İsra ve Miraçtır. İsra gece yolculuğu, miraç da göklere çıkış anlamlarını ihtiva ederler.

Peygamberimiz'in Mekke-i Mükerreme'den alınıp bir "burak" ile Mescid-i Aksa'ya götürülüşü geceleyin olduğu için ona İsra mucizesi denmiştir. Yüce Allah (c.c.) bu gerçeği şöyle haber verir:

"Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür." 17 İsra 1.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Aksa'da diğer peygamberlere imam olup namaz kıldırdıktan sonra göklere urûc etmiştir ki buna Miraç denir.

Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz yedi kat semada pek çok manzaralara şahit olmuşlar, sonunda ise Sidre-i Müntehâ'ya ulaşmışlardır. Oraya dek Cebrail (a.s.) kendisine refakat etmişler ama ötesine Hz. Cibril gidememiştir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ise Rabbinin aşk ve muhabbetiyle yanmaya razı olarak ileri atılmış ve akılların ötesinde bir âleme vâkıf olmuşlardır. Bu anlaşılması ve anlatılması zor âlemde Rabbi'ne mülâkî olmuş, O'nun Cemalini seyretmiş ve O'nunla mükâlemede bulunmuştur. İşte Miracın anlam ve önemi de burada ortaya çıkmıştır. Yüce Rabbimiz ikram ve izzetine gark ettiği o âlemde, Habib-i Edîbini üç hediye ile uğurlamıştır. Onlar:

-Bakara Sûresinin son iki âyeti,

-Ümmetinden şirk koşmadan ölenlerin sonunda cennete gireceği müjdesi,

-Beş vakit namaz.

MİRACIMIZ NAMAZDIR

İşte Allah'ın son Peygamberinin "gözümün nûru" dedikleri namaz son hâliyle, böyle bir muhabbet âleminden sonra verilmiştir kendisine. Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v.) her namazlarında Miracı hatırlamışlar, o manevî âlemi yaşamışlar, o eşsiz lezzeti tatmışlardır.

"Ettehiyyatü" duasında da görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yaşadıkları tat ve lezzeti, gördükleri izzeti, gezdikleri eşsiz mekânları ve seyrettikleri anlatılması mümkün olmayan Rabbinin Cemâlini, sadece kendilerine hasretmemişler, her fırsatta ümmetinin de bu eşsiz latife ve esrara nâil olmalarını istemişlerdir. İşte bunun içindir ki ümmetini olanca güçleriyle namaz ve diğer salih amellere yönlendirmişler ve onların da yüce Allah'ın (c.c.) Cemâl-i İlahîsini görmesini arzu etmişlerdir.

Bakınız bu manâ Tahiyyat duasında nasıl da ortaya çıkıyor:

Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz Sidre-i Müntehâ'dan sonra ileri atılıp da Rabb'inin huzuruna doğru yol alırken ve gözleri O'ndan gayri hiçbir şeye kaymamışken, O'nu şöyle övmüşlerdi:

"Bütün iyi işler, dualar ve hürmetler Allah’a aittir."

Yüce Rabbi de sevgili kulunun bu övgüsüne karşılık şöyle buyuruyordu:

"Ey Nebiyyi (muhterem)! Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi sana olsun.

Kâinatın Efendisi Allah'ın selamını alırken sadece kendileri üzerine değil, ümmetinin salih kulları üzerine de alıyorlardı ki bu bambaşka bir nezaketti:

"Bizim ve Allah’ın salih kulları üzerine de selâm olsun."

Bu neş'e ve saadeti işiten melekler ise hep birden müthiş bir perçin vururlar sonuna:

"Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem), O’nun kulu ve Rasûlüdür."

Bu an bambaşka bir andı. Bir muhabbet, zevk ve neş'e âlemiydi. Yaratılışın sırrı buradaydı. Allah'ın (c.c.) sevdiği kuluna "âlemlere rahmet olarak gönderdiği" güzel kuluna sevgi ve muhabbetini selâmıyla izhar etmesi, ama onun bu sevgi ve muhabbeti sadece kendilerine değil, ümmetinin salihlerini de kapsayacak şekilde almasıydı. İşte bu hassasiyeti idi onu “âlemlere rahmet kılan.” Zira o, bütün insanlığın hidayetini isteyen ve bunun için çırpınan bir insandı. İşte bu manâ ve maksadı da adeta namazda şekilleniyordu.