Pençe-Kilit operasyon bölgesinde şehit düşen Elazığ Kovancılar nüfusuna kayıtlı Piyade Astsubay Yusuf Ataş yiğidimizin vasiyeti yüreklerimizi dağladı.

“Eğer ölürsem bir lösemili kız çocuğunun hayatı boyunca tüm masraflarını karşılayın. Benim vasiyetim budur.” diyordu, şehit Yusuf vasiyet niyetiyle çektiği videoda…

Takdir-i İlahi'ye bakın ki, hem akrabam, hem çocukluk yıllarıma güler yüzü, neşesi, şakalarıyla iz bırakan Yücel Karahasan ağabeyim, 1993 yılında şehit Ataş’ın memleketi olan Elazığ Kovancılar’da PKK’lı hainlerle girdiği çatışmada şehit olmuştu.

Yusuf yüzlü yiğidim ise memleketine bir daha hain ayağı basmasın diye teröristleri inlerinde yok etmek için gittiği Irak’ın kuzeyinde şehadet şerbetini içti.

Bu yüzden Yusuf’un yeri benim için daha özel.

BABALAR EVİ

Yusuf’la bir kaderdaşlığımız daha var. Vasiyeti beni 2000li yılların başına götürdü. Muhabirlik yaptığım dönemde bir bayram gününü gazeteci olarak Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde geçirmiştim. Orada, Çocuk Onkolojisi bölümünün bahçesinde, döşeğini serdiği minibüsünü evi yapmış bir baba tanımıştım.  

Sakaryalı bir öğretmendi. Evini, barkını, varını yoğunu satıp kızını tedavi ettirebilmek için Çapa’nın yolunu tutmuştu. İlik nakli olan o kızımızı kaybettiğimizi, babası fotoğraflarını istemek için aradığında öğrendim.  

O baba, beni Çapa’nın alt sokağında bir binaya da götürmüştü. Bodrum kata inip bir dairenin kapısını çaldık. İçeri girdiğimizde, tıpkı o Sakaryalı baba gibi çocukları lösemi tedavisi gören pek çok babanın orada, o bodrum katta, hastane odasındaki yavrularının ihtiyacına koşmak için omuz omuza verdiklerine şahit olmuştum.

Hiçbir zaman aklımdan çıkmadı o yavrular. Rabbim hâlen bu hastalıkla mücadele eden anne babalara sabırlar versin. Yavrularımıza şifa nasip etsin.

Bir kız çocuğu babası olmak isteyen Yusuf yüzlü yiğit sayesinde belki onlarca lösemili yavrumuza el uzatılacak. Şimdiden binlerce kişi sıraya girmiş, vasiyeti yerine getirmek için.

Ne mutlu Yusuf’a… Türkiye’nin kocaman bir ‘babalar evi’ olduğunu dosta düşmana gösterdi.  

ELİ ÖPÜLESİ ANALAR BABALAR 

Yusuf’un bir vasiyeti daha var bize…

“Bir de bayramda gidin annemim babamın elini öpün.” demiş Yusuf videosunda..

Ben de Yusuf’un vasiyetini yerine getirme adına tüm şehitlerimizin anne babalarının ellerini öpme niyetiyle, gözlerden kaçan bir eksikliğe dikkat çekmek istiyorum.

Hâlihazırda eşleri, çocukları ve/veya anne babalarına sosyal destek hizmeti sunulan 22 bin 400 şehidimiz olduğunu öğrendim.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, ihtiyacı olan şehit yakınlarına pek çok başlıkta maddi veya manevi destekler veriyor.

Şehitlerimizin 10 bin 900’ü geride bize emanet olarak gözü yaşlı eş ve çocuklar bıraktı.

Mersin’deki hain saldırıyı kahramanca bertaraf eden şehit Sedat Gezer’in yavruları Ahmet ve Melis gibi, binlerce yavrumuz yetim kaldı.

Şehadet mertebesine ulaştıklarında henüz bekâr olan 11 bin 500 şehidimizle birlikte tüm şehitlerimizin de ellerinden öpülesi anneleri, babaları da şehitlerimiz tarafından milletimize emanet edildi. 10 bin 150 şehidimizin anne ve babasının hâlen hayatta olduğunu öğrendim.

Yani ellerinden öpülmeyi bekleyen binlerce anamız, babamız var.

5 BİN KONUTU ÇOK MU GÖRECEĞİZ!

Biz, o fedakâr ve cefakâr gönüllerden haberdar olmasak da Türkiye’nin 81 şehrinde hayatlarını sürdürüyorlar. Belki bindiğimiz otobüste, belki trafikte seyrederken yanımızdaki arabada, belki oturduğumuz semtte evladını vatan için feda etmiş, hürmetlerin hürmetine layık bir anne-baba yaşıyor.

Bu ülkenin en kıymetli, en değerli vatandaşı olan, protokol listesinin en ön sırasında olması gereken bir şehit anasının-babasının, kendisi için bir talepte bulunduğunu ise neredeyse hiç görmüyoruz, duymuyoruz.

Sadece belki kendileriyle irtibatta olan Aile Bakanlığımızın ilgili birimleri, yakından takip ediyor, kapılarını çalıyor, dertlerini dinliyor, ihtiyaçları varsa yerine getiriyor.

Ben bugün onlar adına ve onların affına sığınarak, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Murat Kurum’dan, TOKİ Başkanı Ömer Bulut’tan bir istirhamda bulunmak istiyorum.

Malumunuz, Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut hamlesi gerçekleştiriliyor.

500 bin adet konut için düğmeye basıldı. Yine 50 bin adet iş yeri ve arsa ile ihtiyacı olanlar başını sokacak evlere kavuşacaklar. Başvurular alındı, alınıyor. Kuralar çekilecek. İlk etapta yapılacak 250 bin konuttan yüzde 5’i de şehit yakınları ve gaziler kontenjanı olarak ayrıldı.

Bu kontenjan konusunda şehit anne ve babalarının dillendiremediği ama gönüllerinden geçtiğini tahmin ettiğim bir mesele var.

Başvuru şartlarına göre şehidimizin öncelikli olarak eşi, sonra çocukları bu haktan yararlanabiliyor. Şehit eşleri, üzerlerine kayıtlı tapu olup olmadığına bakılmaksızın ayrılan kontenjan için başvuruda bulunabiliyor. Şehitlerimizin emanetleri başımızın üzerinde.

Ne imkanlar sağlanırsa sağlansın, yine de az.

Tam da bu noktada şehitlerimizin anne ve babalarının biraz daha geri planda kaldıklarını öğrendim. Şehidimiz, şehadeti sırasında bekâr ise anne babası şehit yakınları için ayrılan kontenjana başvurabiliyor.

Ancak, şehidimiz evli ise durum biraz farklı.. Maalesef, şehidimizin anne-babasının yapılacak olan konutlara başvuru konusunda sıradan vatandaşlardan bir farkı bulunmuyor.

Yani hem kontenjandan istifade edemiyor, hem de herkes gibi, köyünde derme çatma bir evi olsa dahi tapusu üzerine kayıtlı ise tüm vatandaşlar gibi o da başvuruda bulunamıyor.

Yukarıda verdiğim rakamlardan yaptığım çıkarıma göre şehadeti sırasında evli olan, anne-babası veya anne-babasından biri hâlen hayatta olan yaklaşık 5 bin şehidimiz var.

Yani toplam sadece 5 bin konut ile evli-bekar olup olmadıklarına bakmaksızın şehitlerimizin anne-babalarının gönlünü almak, vatan sağ olsun diyerek feda-i can eyleyen evlatlarının kanıyla bu toprakları vatan kılan bu aziz emanetlerin yüreğine bir nebze su serpmek çok zor olmasa gerek.

İnanın, o Anadolu yürekli anaların babaların bir kısmı, ihtiyacımız yok diyerek belki verilen haktan feragat edecek. Aziz milletimizin de, şehitlerimizin ana babasına verilecek bu hediyeyi can-ı gönülden alkışlayacağına inanıyorum.

Bir de yine İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun dikkatine sunarak küçük bir detayı da paylaşmış olayım. Biz ki “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler, ancak bilmezsiniz” Hükm-i İlahisine iman etmiş insanlarız. Buna istinaden şehitlerimizin nüfus kayıtlarına ve şehitliklere ‘ölüm tarihi’ yazmak yerine ‘şehadet tarihi’ yazmak güzel olmaz mı?

Üç büyük amcasını Çanakkale’de şehit vermiş bir Anadolu evladı olarak, tüm Yusuf yüzlü şehitlerimizin analarının-babalarının ellerinden öpüyorum. Emirlerine âmâdeyim.