Akademik çalışmalarımın yoğunluğundan dolayı iki haftalık zorunlu bir aranın ardından Allah Teâlâ’nın izni ile kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hatırlayacağınız üzere nedret ve vefret meselesi başlıklı yazımda, kapitalist iktisadi sistemin açmazlarını ortaya koymuş, meseleyi şer‘î deliller çerçevesinde izah etmeye çalışmıştım.  Nihayetinde meselenin özetini “refahı ve felâhı merkeze alan bir iktisadi anlayış yani İslâm’ın iktisadi esasları, insan yaşamında yerini alırsa bu problemlerden hiçbir eser kalmayacaktır” düşüncesinde bulmuştuk.

İslâm dinini kavramak meselenin insan ve din boyutunu koymakla mümkündür. Öyle ki Allah Teâlâ, insanlara hem canlılık veren bir ruh hem de bu ruhun vücûd bulduğu bir beden bahşetmiştir. İnsanları, doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etmeye yarayan irade, kudret ve akıl ile donatarak sorumluluk sahibi kılmıştır. Bütün bunları insan yaşamını anlamlı kılan değer ve fiiller hakkındaki hüküm verme yeteneği mânasındaki vicdan müessesesi ile pekiştirerek, insanı yeryüzünün en şerefli varlığı olarak yaratmıştır.

Nitekim Tîn Suresi, 4-6. Ayet’inde buyurulur ki ;

Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.

Rabbimiz Allah Teâlâ, geçici dünya hayatının, yeryüzünün imar ve ıslahı ile sorumlu tuttuğu insanoğlunu; iman ederek sâlih amellerde bulunabilmesi için hiçbir dönem yalnız başına bırakmamış, imtihânını başarı ile verebilmesi adına Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir.

Böylece yoktan varederek yarattığı ve merhametle muamele ettiği insanları, insanlara bir taraftan en iyiyi, en doğruyu ve en güzeli öğretecek ; bir taraftan kötü ve çirkin işlerin hakikatini anlatacak bir düzene muhatap kılmıştır.

Nitekim Bakara Suresi, 201-202. Ayet’inde buyurulur ki ;

İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler. İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah, hesabı çok çabuk görür!

Makāsıd düşüncesinin kuramsal bir çerçeveye oturtulmasına öncülük eden isim ise Büyük Selçuklu Devleti Nizâmiye Medresesi Müderrisi İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî (ö. hicrî 478/miladî 1085)’dir. İmâmü’l-Haremeyn’in ardından talebesi, İmamımız Büyük Selçuklu Devleti Nizâmiye Medresesi Müderrisi Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî (ö. hicrî 505/miladî 1111), el-Müstaṣfâ minʿilmi’l-uṣûl ve şifâʾü’l-ġalîl isimlerini taşıyan eserlerinde makāsıd düşüncesini daha detaylı bir çerçevede incelemiştir. İnsanlara dünya hayatındaki imtihanında rehberlik eden, hem dünya hem âhiret yurdunda felâha erişmesi vesile olacak bu düzen “din”dir.

Nitekim Âl-i İmrân Suresi, 19. Ayet’inde buyurulur ki ;

Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır....”

Muhatabı bütün insanlar olan, hükmü çağları aşarak kıyamete kadar sürecek, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem (as.)’ın kullara tebliği tevhid dini ve sonrasında gelen bütün semavî dinlerin devamı ancak onların hükümlerini ortadan kaldıran, Allah Teâlâ’nın katındaki tek din “İslâm”dır. İslâm’ın hayatın her alanında insanlara söyleyecek bir sözü vardır ki bu alanlardan bir tanesi de kulların iktisadî amelleridir.