Bu toprakların kadim tartışma alanlarından biri de Alevilik üzerinedir…

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın “Kültür ve Cemevleri Başkanlığı” açıklamalarıyla yeni bir boyuta geçen tartışmalar, konuyu tekrar gündeme taşıdı…

Pek çok konuda olduğu gibi tartışmalar, uzmanlar üzerinden değil de konuyu şöyle-böyle bilenler üzerinden yürütülüyor…

Bu gerçek bile konunun sadece alanda tartışılmadığının, siyasal/politik bir bakışın açmazlarına maruz kaldığının açık delilidir…

Tartışmaların siyasal bir boyut kazanmasının tarihini 1501’e, Şah İsmail’in Safevi İmparatorluğunu kurduğu tarihe götürmek ve taşları oradan itibaren yerli yerine koyarak gelmek, en doğru yaklaşımı ortaya koyabilir…

Buradaki tartışmayı sağlıklı yürütmek için en başından; “Alevilik ya da Şiilik bir din midir?” sorusunu da açık bir cevapla karşılamak gerekiyor…

Yani mevzunun İslâm’ın bir iç meselesi olarak mı yoksa dinler arası olarak mı ele alınacağına karar vermeden sıhhatli bir yol alınamaz…

Belli ki konuları ekranlarda tartışanlar, konuyla ilgili çok zengin kaynaklardan habersizler…

Sanki konuyla ilgili “tartışma bugün başlamış” gibi yapılan değerlendirmeler, bunu çok açıkça gösteriyor…

Osmanlı-Safevi mücadelesinde Aleviliğin yeri ayrı ve derin bir konu…

Fakat biz bu mücadelede, arada kalmak istemeyen Alevilerin dağlık alanlara çekilerek kendi aralarında yaşadıkları kopuklukların sebep olduğu anlaşmazlıkları ve bugüne yansıyanlarını kısaca ele alalım…

Biz ve bizim gibi düşünen, bu toprakların inanç ve değerleriyle barışık Alevilerin ortak kanaati bu tartışmanın, İslâm’ın bir iç meselesi olduğu yönündedir…

Yani Alevilik bir din değildir?

Konuyu bunun dışına çıkarmaya çalışanlar, yıllardır konuyu istismar eden solcular ya da kötü niyetli siyasetçilerdir; Aleviliğe karşı bir Alevilik üreterek…

Son zamanlarda buna -Almanya örneğinde olduğu gibi- devletler düzeyindeki müdahaleler de eklenince, “Ali’siz Alevilik” gibi nevzuhur bir fitne de eklenmiş oldu…

Bir de iktidarın “uyanık” olması sayesinde kıyısından dönülen ve FETÖ’nün başı çektiği “cami-cemevi” projesi vardı…

Oysa cemevi camiyle değil, tekke ve zaviye ile kıyaslanmalıdır…

Diyanette temsil isteyenler Mevleviliğe, Nakşiliğe ya da Kadiriliğe de aynı şeyi istediğinde ancak inanç özgürlüğünde samimi olabilirler…    

Girişimler Aleviliği farklı bir din hüviyetine taşımak ve kavgayı çok daha derine çekmek isteyenlerin tehlikeli ve tarihten, inançtan kopuk çabalarıdır…

Yaşanan bütün istismarların temelinde yatan şeylerden biri, kökleri Osmanlıya kadar uzanan ve Aleviler arasındaki kopuşların sebep olduğu heteredoks yapıdır…

Bu, kendi aralarında meydana gelen tartışmaların da en önemli kaynağıdır…

Zira her kopan gurup kendi içinde yeni ritüeller geliştirmiş hatta sadece kendilerinin anlayabileceği ezoterik bir dil üretmiştir…

Diğeri ise 1925’e dayanan tekke ve zaviyeleri lağveden, onarla ilgili kelimeleri dahi yasaklayan kanundur…

Bu da sadece Alevilerin değil diğer bütün tarikatlar ile devletin arasına mesafe koyan bir adımdır ve hâlâ yürürlüktedir…

Bu sürecin çok dramatik sosyolojik sonuçları olmuştur…

Bugün iktidarların ve toplumun yok saydığı bir zemin olsa da tersine dönme ihtimali, sadece bir iktidarın yön değiştirmesine tabidir…

Yasak, netice itibariyle tarikatları yok edemediği gibi kontrolden de çıkararak marjlara itmiş bu da dini istismarlara ya da onların çeşitli şiddet olaylarının zemini yapılmasına sebep olmuştur… 

Bunun en acı ve ilk örneklerinden biri Menemen olayıdır…

Eğer kalıcı bir çözüm olacaksa en başından bu kanun kaldırılmalı ve tarikatlar, cemaatler, kanayan bir yara ya da istismar alanı olmaktan çıkarılmalıdır…

Zira atılan adım bir devrim niteliğinde olsa da bu sadece bugün daha fazla istismar edilen Alevi kardeşlerimizin değil çok daha geniş bir inanç kesiminin sorunudur…

Devlet hepsiyle barışmalı ve kötü niyetleri kursaklarda bırakmalıdır…