Ahmet Kaya şarkılarında insanın yakasına yapışan yağmur gibi bir hüzün vardır.

Belki de hüznü olanların yakasına yapışan bir dilin kelimeleri olduğu için bu böyledir, tam olarak nasıl bilemem. Kendini hasta etme, delirtme, öldürme gibi marazi yaklaşımlardan bahsetmeyeceğim. Zira, bu hâllere düçar olmak bir çeşit marazi tutkudur. İnsan kendini deli ederek, hasta ederek ya da öldürmeye meyilli olarak da yaşayabilir. Hatta bu hâllerinden zevk bile alabilir. Keyifli bir hâl midir, bilmem ama hüzne râm olmak namına değildir bu durumlara düşmek. Bir çeşit hayat karşısında refleks kuşanmadır.

Koyu kahvedir bu. Telveye varana kadar içen damaktır. Damak reflekssiz midir? Sanmıyorum. Mutlaka bir tepkisi vardır damağımızın. Tadını beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz diye ayırt ettiğimiz lezzetlerden en çok da hüzün veren tada kayar gözlerimiz. Hepimizin değil tabii. Mesela bu yazıyı okurken içinden Ahmet Kaya şarkılarının sözleri toprak yolda giden bir minibüs gibi geçenler için bu cümlem.

Ekmek, domates, et, kayısı yiyen bir insanın daha sonra bu nesneleri üzüntüye, sevince, kedere, hasrete çevirmesi şu ölümlü bedeninde... Yani ki varıp hüzne çevireceğimiz ritimlere yaslarız kulağımızı. ‘Budur bizi delirten’ dediğimiz her ne varsa aslında bizim arzumuzun çocuğu olduğunu pek de görmeyiz. Ya da aldıklarını koyu bir kedere çevirmede mahirse bünye, işte tam da bu noktada durmalı; dönüştürücümüz olan her ne ise işte o bizi yola revan eden. Bu yol hastalığa, deliliğe, ölüme çıksa bile ruhsal bir iştahın kölesi olduğumuzu unutmamak lazım.

Pis bir şarkı dolanır boynumuza demek yanlışmış; pis olan her ne var ise insana o kadar da uzak değilmiş!

Şimdi, yukarıdaki o denli marazi cümleleri sıralamak da nereden çıktı?

Ha şuradandı sanırım; varırsın, en sıkı metinleri okursun, kemik kıran metinlerin yazarları önünde diz kırarsın hatta tüm insanları yaratan Rabb’in huzuruna çıkarsın. Kalp nedir, bilirsin. Küfrü besin gören bir gazetenin yazarı gibi yazılar yazarsın, -mide fesadına uğramış gibi- beyin fesadına düşer dilin, dağa fare doğurtursun; bilirsin kendini İngiliz zanneden bir Hintli sadece cahil olduğu için Müslüman düşmanı olur. Bu kendini bilmez üzerinden edebiyatın namusunu kurtarmak namına ona buna çamur atarsın. Mesela Haydarpaşa Garı yanmıştır, oturur ağlarsın; uzaklarda evin yanmaktadır, tınmazsın bile!.. İşte bu hâller üzerine "bünye bozukluğu" yaşayanları görüp “kafama sıkar giderim” yollu yazdım.