Yıl 1998.

28 Şubat zulmü bütün acımasızlığı ile hükümferma…

Mezkûr süreç için pilot bölge seçilen Bursa’da, imam - hatip öğrencileri başörtüsü ile okula alınmıyor.

Çocuk denecek yaştaki öğrenciler, velileriyle ve destekçileriyle birlikte okulun bahçe kapısında bir umutla bekleşiyorlar.

O günkü idare ve zulmün baş uygulayıcısı Vali Orhan Taşanlar’ın emriyle polis, coplarla kalabalığı dağıtmak için saldırıyor.

Coptan kaçanlardan birisi Dilek Gürgen isimli bir kız öğrenci…

Telaşla kaçarken bir kamyonun altında kaldı ve bir bacağını kaybetti.

 *

Başörtüsü mücadelesinin en acıklı hikâyelerinden biriydi bu.

O günün şartlarında bu mücadeleyi veren insanlara ‘başörtüsü ile ilgili beklentin nedir?’ diye sorulsa, hiç kuşkusuz ki; “Çocuklarımız okullarında okusunlar yeter’ diye kesin ve net bir cevap alınırdı.

 *

Sonra aradan yıllar geçti ve Tayyip Erdoğan adında bir devrimci geldi ve bu zulme dur dedi!

Üstelik bununla yetinmeyip, mazlumların “okullarımızda serbest olsun yeter” diye sabitledikleri beklenti çıtasını, hayatın tüm alanlarını kapsayacak kadar yükseğe koydu hem de…

 *

Sıradan kamu kurumlarıyla kalmayıp adliyede ve askeriyede serbestlik sağlayan bir devrimdi bu hiç şüphesiz…

 *

Şimdi, Bay Kılıçdaroğlu’nun içinde ‘başörtüsü’ lafzı geçmeyen sözde kanuni düzenleme teklifine, bu gelişmeler bütünü açısından bir daha bakalım.

Ne görüyoruz sahi?

 *

Kocaman bir ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik elbette…

‘İkiyüzlülük ve samimiyetsizlik’ dememe bakmayın aslında ortada yüz kızartıcı bir münafıklık söz konusu.

Başörtüsü ve benzeri yasakçılığı hâk ile yeksan eyleyen bir devrimcinin karşısına bu argümanla çıkmanın başka bir adı var mı? Doğrusu bilemiyorum...

 *

Aslında hepimiz biliyoruz ki, “bu akıllar”, Kılıçdaroğlu’nun müktesebatının bir neticesi değil.

Erdoğan’ı en iyi olduğu yerden vurma fikri, intikam hırsı nedeniyle gözleri dönmüş başka eşhasın marifeti şüphesiz…

Kimler mesela?

Mesela Abdullah Gül, mesela Ahmet Davutoğlu…

 *

Durup dururken bu isimlerden şüphelenmedik tabii ki…

Kılıçdaroğlu, bu içten pazarlıklı fitneyi gündeme getirdiğinde Davutoğlu’nun hararetle savunmasından anladık, işin içinde bir danışıklı dövüş olduğunu…

Bir de Abdullah Gül’ün Kılıçdaroğlu’ndan övgüyle söz etmesinden ve teşekküründen…

 *

Reis bu içten pazarlıklı hesabı tek hamleyle bozdu.

‘Halep oradaysa arşın burada!’ diyerek eli yükseltti ve ileride eğer sorun olacaksa, daha sağlam bir kazığa bağlamak için ‘Anayasal’ değişiklik restini çekti.

Madem maksadınız gerçekten üzüm yemek, buyurun öyleyse, üzüm öyle değil böyle yenir!

İşte bu rest sonunda maskeleri düşen mezkûr eşhasın gerçek yüzünü görmüş olduk.

Kılıçdaroğlu, geceleyin mezarlığın yanından ıslık çalarak geçen kişi psikolojisiyle topu taca atmayı denedi ama top hâlâ bütün sıcaklığı ile kucağında…

 *

Kılıçdaroğlu’nun, tabir-i amiyane ile hıyarına tuzluğunu kapıp koşan Davutoğlu ve Gül ise kelimenin tam manasıyla dut yemiş bülbüle döndüler.

 *

‘Yanlış hesap Bağdat’tan döner’ denilmiş…

Bunların hesabı bırakın Bağdat’ı, Antep’e bile ulaşmadan berhava oldu.

 *

Bizi, Kılıçdaroğlu’nun fasit hesabı değil de diğer eşhasın bozuk niyetleri düşündürtmeli…

Bedhah kavramının tam manasıyla anlamını bulduğu bu tehlikeli yaklaşımın, sırf intikam için yapmayacağı kötülük yoktur maalesef.

Şerlerinden Allah’a sığınıyoruz…