Yirmi yılı aşan bir süredir iktidar yüzü görememiş bir muhalefetin, bütün değerleri yok sayarak üretemeye çalıştığı siyaset biçimi, hırslardan besleniyor…

Hırslardan beslenen bu siyaset, J. J. Rousseau’nun bir zamanların Paris’inin gündelik hayatını tarif etmek için kullandığı o dramatik ifadeyi hatırlatıyor: “Toplumsal kasırga…”

Evet, sanki bu ülkenin her yerinde bir “toplumsal kasırga” varmış da biz bundan haberdar değilmişiz gibi bizi bir "kâbustan" uyandırmaya çalıştığını iddia eden o felaket tellallarından bahsediyorum…

Oysa bir roman karakterinin: “Her gün, ertesi gün kimi seveceğimi bilemiyorum” ifadesindeki gibi, “yarın yeni adayımın kim olacağını bilemiyorum” döngüsünde sunulanların asıl kasırganın habercisi olduğunu görmediğimizi sanıyorlar…  

Muhalefetin içinde bulunduğu durumu en çarpıcı hâliyle tarif deyim: Çok şey saçma ama hiçbiri çarpıcı değil, çünkü hepsi her şeyi normalleştirmiş. Öyle bir çaba ki iyi, kötü, güzel, çirkin, hakikat, erdem, yalan, tiyatro sadece bireysel olarak var olabiliyor…

Kolektif bir muhalif hafızada normal sayılan şeyler, fertlerin gündelik hayatında asla müsamaha göstereceği türden değiller…

Öyle ya nasıl oluyor da gündelik hayatında bir yalana geçit vermeyeceğini ifade eden biri, mesele iktidarı ve onula birlikte menfaatlerini kazanmak olduğunda, aşikâr yalanları ve tiyatroları sineye çekebiliyor…

Bu ahlaki savrulmanın çok yönlü olarak analiz edilmesi gerekiyor…

Nasıl olur da bir insan başka bir insana, menfaatine ya da kendi lanetine bu kadar köle olabilir…

“Hükümdara bile hükmeden çıkarlar”ın eli, kolu, ağzı, ayağı olmadığına göre onu dünyanın özelde de ülkemizin her yerine götüren, konuşturan, köleliğe davet ettiren gönüllü köleleri değil mi?

Bileşenleri itibarıyla, “paradoksal bir birlikteliğin” ürünü olan masa; zihinsel, fikirsel bir bölünmüşlüğün birlikteliğidir…

Zira bu birliktelik henüz iktidar nimetlerini bölüşmeye başlamadığı için en güçlü olması gereken döneminde bile -tabiri caiz ise- düşe-kalka ilerlerken, asıl çatışmaların başlayacağı dönemde, bu toplumu nerelere savurabileceğinin iyi hesap edildiği kanaatindeyim…

Zira seçmen nezdinde aradıkları alakayı bulamayışları da bunun en net göstergesidir…

Sanki ülkede bir esaret varmış da onu bu esaretten kurtaracak, “özgürlüğün kahramanı” gibi kendisini takdim edenler, bu iddialarına kendilerinden başkasını inandıramıyorlar…

“Özgürlüğün kahramanı” pozu verenlerin ABD’ye gitme yarışlarını da dramatik bir seyirle izlerken bu inandırıcılık zihinlerde çok daha uzaklara düşüyor…

Bu muhaliflik, asla iyi görünemeyeceği kaygısıyla bir onu bir diğerini deneyerek sürekli “kostüm değiştirme yarışına” girmişken inandırıcılığından her gün biraz daha fazlasını kaybetmeye devam ediyor…

Kendileri için iştah kabartan bu ölçüsüzlük durmadan, bir denge yakalayabilmeleri mümkün olmayacaktır…

Öyle görünüyor ki muhalefetin en güçlü aktörlerinin savrulma nedeni ve dolayısıyla önemli rakipleri, bugünlerini değirmen taşı gibi öğüten geçmişleridir…

Ondan kurtulmak için giymedikleri kostüm, oynamadıkları sahne kalmadı ama bir türlü değiştiremedikleri gözleri ve ses tonları onları hep ele verdi…