İşte yeni asrın lideri, devletimiz. Allah başarı versin. Artık fikrimiz ve gayretimiz bu. 'Yeni dünya düzeni' dedikleri şey, insanları sömürmekten başka bir şey değildi. Baştan sona zulümdü. “Aylan bebekler” işte bunun örneğiydi. Evleri yıkılan, bombalarla öldürülen ve yurtlarından edilen milyonlarca insan, bunun örneğiydi. Irz ve namusları çiğnenen ve gözlerinden yaş yerine kan akıtan insanlardı onlar. Onlar da insandı. Birilerinin dediği gibi “ormandaki canlılar” değildi. Hiçbir yere adalet götürmediler. Çünkü onlar zalimlerdi. Dilleri başka, işleri başkaydı.

Şimdi her hile meydana çıktı. Rabbimiz yine Türkiye'mizi buna vesile kıldı. 'Dünyanın beşten büyük’ olduğunu gösterdi. Zalimlerin zulmünün devam etmeyeceğini gözler önüne serdi. Artık mazlumların da nice haklarının olduğunu ortaya koydu. Yine lider oldu. Ecdadı misali. Mazlumun mahfuzu, zalimin havfı oldu. Osman Gaziler, Orhan Gaziler, Alparslanlar, Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler ve Abdülhamidler misali...

Birileri bağıra dursun. Gayrı Devlet-i Aliyye-i Türkiye geliyor. Zıplasınlar yerlerinde. Bir zamanlar Devlet-i Aliyye-i Osmânî idik. Dışarıda Türkiye de denirdi. İşte tabir yeniden oturdu: Devlet-i Aliyye-i Türkiye!

ZİNDANDAN KURTULUŞ
Zindandaydık âdetâ. Çıkıyoruz şimdi aydınlığa. Tıpkı Üstadın dediği gibi:
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte,

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte;

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

"ZORLUKLA BERABER BİR KOLAYLIK VARDIR”

"Zorlukla beraber kolaylık vardır. Evet, zorlukla beraber kolaylık vardır." (İnşirah, 94/5-6)
Evet. "Zorlukla beraber bir kolaylık vardır" buyuruyor Rabbimiz. Doğum sancılarıydı sanki son yıllar. Diriliş var şimdi. Kuruluş var şimdi. Yükseliş var şimdi. Böyledir İlahi Kanunlar.
Artık “surda bir gedik” açtı Rabbimiz. Yürümek gerek bu yolda. Zalimlerin zulmünü yerlere sere sere. Koşmak gerek bu davaya. Küfrü ve nifakı yere yere… Alıp da ayaklar altına. Kalkmak gerek ayağa... Açmak gerek kolları semaya. Durmak gerek duaya. Bakmak gerek Cemal-i İlâhiye...

İşte binler hakikat ve manâ. Yürü ey pörsümez dava. Hakikat aynaları dizilsin önüne. Bakma artık hiçbir zaman geriye... Gördükçe manâ ufuklarını, süresin şaha kalkmış atını. Haydi yiğit, davran! Sen de katıl ve de şahlan! Bil ki hedefin Hakk’ın rızası, Muhammed Mustafa'nın sevdası. Budur ümmetin yıllardır gördüğü rüyası.

Ecdadın bekliyor seni işte önünde. Hakikat kılıcı Akşemseddinlerde… Yeniden fetihler gerek bu ümmete. İşte Ulubatlı Hasanlar surlarda. Adalet ve hakkaniyet bekliyor insanlık... Yeniden gelsin tarihe tanıklık...
Bu dava Hak davasıdır unutma,
Kendini boş şeylerle avutma!
Yol, bu yoldur, gayrıya bakma,
Dünyayı alıp ahireti satma!

YİNE ÜSTADA DÖNÜYORUZ

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.
Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

DAVA ŞUURU

O hâlde bu dava şuurunu elde etmek lazımdır. Onlar nasıl olur?

Davası hak ve hakikat olan kulların her anı Rabbi iledir. Onlar, Rablerinin rızasını kazanma peşindedirler. Bunun için de O'nun yolunda hizmet imkânı arar dururlar. "Şu kötülüklere nasıl engel olabiliriz, şu iyilikleri nasıl tavsiye eder ve tatbikat sahasına koydurabiliriz" gibi hep düşünceleri, davalarının daha ileriye gitmesi içindir. Onlar, Allah ve Rasûlünü aşk derecesinde seven, sevgisini hayata geçiren Allah dostlarıdır aynı zamanda. Zira Allah dostu demek, Allah’ın davasına sahip çıkan demektir. Onlar, Allah yoluna dair gece gündüz demeden her türlü hizmete koşarlar, istirahat nedir bilmezler. Bu yolda gelen sıkıntılara da sabrederler. İşte bu durum: "Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler" ayetini hatırlatır.

Bu sonuç ise o en kutsal davayı yani "i'lây-ı kelimetullah’ı" yaymaya götürecektir. İşte Devlet-i Aliyye-i Türkiye de böyle doğacaktır.

OSMAN GAZİ’NİN KUR’AN’A SAYGISI VE RÜYASI

Osman Bey bir gün Şeyh Edebali’nin zaviyesinde misafir olmuştu. Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kur’an-ı Kerim'e saygısından dolayı yatamadı. Uyuyamadı. Kur’an'ı alıp okumaya başladı. O gece sabaha kadar Kur’an okudu. Tam 6 saat. Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Han'ın Kur’an'a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lütfedilmiş, hanedanı 6 asır hükümdar olmuştur 7 cihana.

Vakit sabah ezanına yaklaşmış, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kur’an elinde, yaslandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisi Şeyh Edebali'nin yanında yatıyordu. Edebali'nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı, dünyanın her tarafından insanlar gurup gurup gelip bu çınarın gölgesine giriyorlardı, çok mutlu ve neşeliydiler.

Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı.

Derken bir rüzgâr çıkıp bu yaprakları İstanbul'a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul. Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı.

Osman Gazi, rüyasını Şeyh Edebali’ye anlatır. Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından "Ey oğul! Sana müjdeler olsun!" der, "Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir... Ağaca gelince; sen büyük bir devlet kuracaksın. Evlatların adaletle hükmedecekler. Allah Teâlâ seni ve neslini insanların İslâm'la şereflenmesine vesile edecek...'' (https://www.ogunhaber.com/kimdir/osman-bey-kimdir-245b.html). Erişim Tarihi: 26.10.2022

OSMAN GAZİ’NİN OĞLUNA VASİYETİ

“Osman Gazi oğluna yaptığı ve adeta Osmanlı Devleti’nin anayasası hüviyetindeki vasiyet, tarih kitaplarında manzum şekilde rivayet olunur. Meali şöyledir:

“Sonunda herkes ölecektir. Sana vasiyet ederim ki, dine hizmetten başka şeyleri unut. Maksadımız Allah yolunda çalışmaktır ve onun dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.

Memlekette adaleti ayakta tut. Âlimlere saygı göster ki, şeriat işleri düzenli olsun. Asker ve malının çokluğuyla gururlanma. Dine/hukuka aykırı bir işe heves bile etme. Herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör. Gece gündüz halkını korumaya ve onların refahına çalış. Allah’ın lütfunu böyle kazanırsın!” (https://www.ekrembugraekinci.com/ osman-gazi. Erişim Tarihi: 26.10.2022)

ECDADIN DEVLET GÖRÜŞÜ

Kanuni ki, Fransa da dansı yasaklayan hükümdar…

“Kanuni Sultan Süleyman; 983/1532 tarihinde komutanlarından Gazi Bâlî Bey’e yazdığı bir hatt-ı hümâyûnda (emir ve fermanda) Osmanlı Devleti’nden söz ederken hattı humâyûnun baş tarafında Devlet-i Osmaniye’nin, Allah’ın (c.c.) ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) devleti oluşundan ve Rasulullah’ın kurduğu Devlet-i İslamiye’nin devamı olduğundan şöyle söz eder:

“(Evvelen) Memleket (bu devlet ve sultanlık) Allah’undur.
Sâniyen Hz. Peygamber’ündür.
Sâlisen emr-i Hakk ile halifenündür.”

Kanuni’ye göre Osmanlı Devlet-i ‘Aliyyesi, önce bir sıfatı ‘Aliyy olan Allah’ın, sonra ona niyâbeten Hz. Peygamber’in (asm), sonra da Hz. Peygamber’e niyabetle ve Cenab-ı Hakk'ın emri ile devletin başındaki halifenindir.” (Kürkçüoğlu, Kemal Edip, “Kanuni’nin Bali Bey’e Gönderdiği Hatt-ı Hümayun”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1950).

BİZE DÜŞEN ŞEY

Evvela edep. Edep olmadan ne devlet olunur ne millet. LGBT’leri durdurmak ve aman vermemek lazım. Devletimiz buna acilen el atmalı. Rusya bile ailesini korurken biz ne güne duruyoruz? Kadınlar mahvoldu. Gençlik ve genç kızlar perişan. Ev kadını kalmadı. Hep iş kadını yapılmak isteniyor. O zaman ev mi kalır, aile mi kalır, çocuk mu kalır, millet mi? Kadına uygun işe tamam ama her yerde asla uygun değildir. Bizi yok etmek için planlar yapıldığını unutmamalıdır. Genç nesli olmayan milletler yok olur. Aile bir milletin temelidir. Ama ahlaklı da olmak mecburidir. Ahlaksızlık aile ve milletleri yıkar. Buna dur demeli.

Milî Eğitim, millî olmalı. Bunlara çözüm bulmalı ve Devlet-i Aliyye-i Türkiye olmalı. Evet. Bekliyoruz bu mutlu sonu. Rabbimiz lütfeylesin yolunda, ecdadımız misali.