Hafızam beni yanıltmıyorsa 2016 yılının mart ayında patlayan bir bombadan sonra Twitter’da “gidene kadar patlayacak” diye bir tag açılmıştı.

Bütün bir Türkiye’yi kana bulamayı göze almış iş birlikçiler ile onun arkasındaki şer güçlerin gitmesini istediği tabii ki Erdoğan’dı.

Hedef saptırabilmek için tıpkı bugünlerde olduğu gibi doğrudan PKK ismini anmadan TAK adında, bu ihanet şebekesine bağlı uyduruk bir örgüt de ihdas etmişlerdi.

 *

Aradan, yaklaşık 7 yıl geçtikten sonra uyuyan hücreler uyandırıldı.

Hedef yine aynı!

Erdoğan’ın gitmesi…

PKK, DEAŞ, DHKP-C, FETÖ ve bilumum terör örgütleri aynı amaca kilitlenmiş durumda.

Hepsinin patronu elbette ki ve tartışmasız ABD!

 *

Amerika patronajındaki mel’un terör örgütü 7 yıl aradan sonra bir kez daha vurdu bizi.

Aslında, Taksim’deki bu menfur saldırıdan önce Mersin’de sahne almışlardı.

Muhalifler, elleri yüreklerinde “inşallah PKK değildir” duasına çıkmışlardı adeta.

Yani ölen 6 masum insan ve 80’den fazla yaralı umurlarında bile değildi desek abartmış olmayız.

Nitekim “AK Parti’ye yarar” endişesinin motive ettiği bu hastalıklı yaklaşım çok geçmeden gösterdi kendisini.

Onlar, saldırının vahameti ile değil, kime yarar kime yaramaz derdindeler ne yazık ki.

Türkiye doğrudan doğruya hedef alınıyor; ekonomisi, dış politika başarıları, sosyal dokusu bir kaosa sürüklenmek isteniyor lakin gelin görün ki hâlâ böylesine ucuz ve trajik kaygılar asıl belirleyici konumunda…

 *

Onları düştükleri bu çukurda debelenmekle baş başa bırakıp asıl mevzuya gelelim dilerseniz.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, teröristin yakalanmasını müteakip 200’den fazla benzer teşebbüsü daha başlamadan engellediklerine vurgu yaptıktan sonra Amerika’ya yönelik çok sert bir açıklama yaptı.

“Mesajı aldık, beklediklerinden daha sert karşılık vereceğiz” diyordu.

 *

Peki, Soylu neden bu denli öfkeliydi?

Neden 200’den fazla teşebbüsü zikrettikten sonra Mersin ve Taksim hadiselerine özel bir vurgu yapıyordu?

 *

Bizce cevabı açık!

Türkiye, son dönemlerde özellikle de Ukrayna krizinden sonra oyun kurucu bir rol üstlenmiş, Türk dünyasında birleştirici ve önder bir hüviyet kazanmıştı.

Bütün bunlar Batı’nın ve özellikle de ABD’nin canını çok sıkan gelişmelerdi kuşkusuz.

Bu tür eylemleri planlayarak, Türkiye’ye, “çok oluyorsunuz” mesajı verdikleri, gün gibi ortada.   

Bunun yanında yapılan operasyonlar neticesinde PKK’nın bitme noktasına gelmesi ve özellikle de MİT’in, terör örgütlerinin tabir caiz ise ‘kafa adamlarını’ birer birer ortadan kaldırması, diğer önemli bir husus elbette.

 *

Soylu’nun öfkesinin arkasında bana göre çok önemli bir neden var.

Yapılan vurgulardan anladığım kadarıyla İçişleri Bakanını çileden çıkaran husus, Amerika’nın, Mersin ve Taksim eylemlerinde özel bir pozisyon almış olması…

Bu sadece, Amerika’nın teröristlere silah, teçhizat ve eğitim desteği vermesiyle alakalı bir durum değil kanaatimce…

Görünen o ki, Amerika, bu eylemlerde Türk istihbaratını ve güvenlik güçlerini devre dışı bırakacak bir rol üstlenmiş.

Şüpheli şahısların sınırdan içeriye sokulması, Türkiye dâhilinde korunaklı noktalara taşınması, eylemlerde kullanılacak bomba ve teçhizatla birlikte eylem noktasının belirlenmesi ve yönlendirmesi işinin de deruhte edilmesini kapsayan bu operasyonlarda, ‘diplomatik’ zırhın kullanılmış olması ihtimali hayli yüksek.

Bence Soylu, “Amerika’nın taziyesini reddediyoruz” derken buna vurgu yapıyor, her şeyi bildiklerine göndermede bulunuyordu.

 *

Açık söylemek gerekirse meselenin asıl nirengi noktası tam da budur.

Zaten bu yüzden yazı başlığında “Teröristleri sınırdan Amerika mı geçiriyor?” sorusunu sorduk.

Buyurun, hep birlikte biraz da buradan yakalım…