Toplumun her alanında ciddi savrulmalar yaşanıyor.

İnsanlığın doğuşundan beri var olagelen bir durumdur bu. Kaçınılmaz mıdır? Bilinmez.

Bu tür savrulmalar, üzerinde durulması gereken ciddi bir olgudur.

Işığını kaybeden insanın karanlıkta gözünü kısarak bakmasından söz etmiyoruz elbette.

Olması gerekenler, mecburiyetler var.

Bir de başka türlü olanı vardır.

Bunlar:

Kendi tarafının zayıfladığını düşünürler önce.

Sonra da düşmanın sayısının arttığına inanıp düşmanın safına geçmese de düşmana ok atmayı bırakırlar…

Önce normal gibi gelir bu. Sonra düşmana attığı okları kendi tarafına atmaya başlarlar.

Heybede ok varsa illâki atılacaktır bir yerlere.

Kendi cenâhında kaybettiği irtifa; karşı tarafta kazandığı itibar olur.

Sonra yavaş yavaş Anadolu deyimiyle gımışlamaya başlarlar, yan yan basarak savrulmanın kapıları aralanır.

Koyunun olmadığı yerde itibarlı olacağını varsayan bu tür keçiler kendilerine kafalarından konum (makam) belirlerler.

Haksızlığa karşı susmayacağını deklare ederek ‘haksızlığın bataklığına’ çadır kurarlar.

Sonra oldukça keskin bir dönüşle kasırganın önündeki çer çöp gibi savrulma startı verilmiş olur.

Duvardan duvara çarpar bunları kasırga, dağdan dağa vurur ama her seferinde yeniden doğmuş gibi zannederler kendilerini.

Başını okşayan elin bir zamanlar başına yumruk vuran el ile aynı el olduğunu görmekten acizdirler ya da görmek istemezler. Uyarılardan nefret eder bunlar.

Onların kayığına binenlerin başına ne tür felaketler geldi, görmez misin? Diyen herkese karşı acayip tavırlıdırlar.

Bunlar köyden çıkınca köye, şehirden çıkınca şehre hakaret eden sonradan görme gibidirler.

Söylenen her yalana anında inanan ahmak gibidirler.

Öyle bir zaman gelir ki, gımışlayarak, yan basarak, sinsice, korkarak vardığı karşı mahallede başköşeye oturmuşlardır artık.

Karşı taraf ateşe eliyle dokunmaz bundan böyle. Bunları maşa olarak kullanırlar.

Bunlar da eski mahallesine ok atmak için maşa olmayı da göze alırlar, sinsi olmayı da…

Daha çok saldırganlaşır bunlar.

Kendi öz ana babasına bile hakaret edecek kadar gözleri döner bunların.

Bir zamanlar savunduğu ne varsa hepsini inkâr etmeyi “gözüm açıldı” diyerek yutturmaya çalışırlar etrafındaki insanlara.

Evet, gözü açılmıştır o konuda haklarını yemeyelim.

Bir şeyler elde etmek için durduğu mahalleden bir şeyler elde edemeyince, bir şeyler elde edeceğini düşündüğü mahalleye taşınmışlardır. Bir şeyler elde edemeyeceğini bilseler bile en azından eski mahallesine gol atmak için karşıya taşınmışlardır.

Omurga, iskelet gibi kelimeleri lügatinden çıkaran bu tipler, savrulmanın getirdiği sarhoşlukla indikleri ata bindikleri eşekten kılıç sallarlar.

Savrulmanın tadının kekremsi olduğunu, boğazda tıkanıp kaldığını hatta insanı ruhen ölüme bile götürdüğünü çok zaman sonra anlarlar ama iş işten geçmiştir artık. Rıza Tevfik Bölükbaşı örneğinde olduğu gibi…