Nasıl yaşayabiliyorsunuz?

Sahi, her adım başında küfür duyduğunuz, her durakta kavgasına şahit olduğunuz, her göz göze geldiğiniz insanda derin bir nefret gördüğünüz; sürekli paranızı, nefesinizi, zamanınızı çalan bu dünyada nasıl yaşıyorsunuz?

Siz de mi zihninizdeki dünyada yaşıyorsunuz? Saklanacak yeriniz, yerleriniz mi var? Nereye sığınıyorsunuz/sığıyorsunuz?

Sürekli yalanlar duymaktan kulağınız iflas etmedi mi?

Gözünüzü kapatsanız dahi zorla gözünüze sokulan kötülük, kötüleme, eleştirme, aşağılamaları görmekten usanmadınız mı?

Dün ak dediğine bugün kara demekten sakınmayanları gördükçe içiniz yorulmuyor mu?

Uzman öğretmenlik sınavına girerken başka, girdikten sonra başka konuşan insanlar; uzman öğretmenlik sınavına ite ite insanları yönlendirenlerin hali, sizin de içinizi sıkmıyor mu? Sahi, değer miydi böyle bir oyun oynamaya? İlla iki üç bin lira verilecekse böyle bir kılıf mı aranmalıydı?

Hükümetler üstü bir şeyden bahsettiğimi not edeyim de herkes yoluna baksın. Otobüste, dolmuşta, takside, kamusal alanlarda insanların aşırı rahat hali, başkasının varlığını yok sayması, aklına estiği gibi, diline geldiği gibi konuştuğu bir zamanda savaşlardan daha tehlikeli bir şeyin türediğini fark ediyor musunuz? Yeni insan, epey eksik insan! Neredeyse vicdanı, merhameti, hakkaniyeti, adaleti, iyi niyeti budanmış, acayip bir mahluk var karşımızda. Selam vermekten, gönül almaktan, utanmaktan aciz bir şeye dönüşüyor insan. Bunda sosyal medya, siyaset, sanat, spor, sosyal hayat, ekonomi… Evet, elbette etkilidir de insanın mayasında bozulmaya yatkınlık yoksa; ekonomi batsa da hükümetler “ötekilerden” olsa da sosyal medya küfür kazanı olsa da kültür hayatı çürüse de toplumsal ahlak çökse de o insan dimdik ayakta durur. Bu böyledir. Gönlünü, dilini, bakışını, aklını neye meylettirirsen orada var olursun. Ve maalesef küfrün, sövmenin, kötülemenin, ucuza kaçmanın kolaycılığı var alemde.

Sahi, nasıl yaşıyorsunuz böyle bir dünyada? Hep uzakları mı hayal ediyorsunuz? Başka dünyalar da var mı diyorsunuz? Başka dünyaların güzelliğine şahit oldunuz da o günlerin özlemiyle mi katlanıyorsunuz bu leş gibi çöken hayata?

Belki de uzaklarda bir bahçeniz var. Belki de yaşamadığınız, sizi bir yerlerde bekleyen bir hayatınız var. Belki de bu hayatın size ait olmadığını, bir şahit bile olmadığınızı düşünüyorsunuz. Evet, evet! Başkasının hayatı. Başka birinin hayatını yaşamıyor olsak elbet yalın kılıç dalarız yan koltukta oturan gencin küfürlü telefon konuşmasına, taksi şoförünün birdenbire sevdiğiniz politikacıya ana avrat küfretmesine, esnafın ürününü size tükürür gibi vermesine, parasından başka bir şeyi olmayan insanların her yeri kaplarcasına yürümesine… İnsan olmak tepkiyle mümkün. Zira, etkileniriz. Sahi, siz etkilendiğinizde ne yapıyorsunuz?

Allah’ına, peygamberine, vatanına, izzet-i nefsine, onlarca yılda kurduğun fikrine ve zikrine küfreden bir dünyada nasıl yaşıyorsun, dostum? Hiçbir tarafı tutmayan ve her tarafı kötüleyen insanların solucanlar gibi çoğaldığı bir dünyada, nasıl yaşıyorsun? Bîtaraf olan bertaraf olur, demiyorum. Buradaki bîtaraflık, hiçbir fikri kaldıracak sıkleti olmayanların kaypak kurnazlığı. Küfürbaz kurnazlığı. Her şeyi eleştirme ama hiçbir şeyi sahiplenmeme kaypaklığı. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanların tuzu kuruluğu sarmışken alemi nasıl yaşayabiliyorsun?

“İnanır, neye inandığına inanmaz; inanmaz, neye inanmadığına inanmaz” diyordu Dostoyevski, Karamazov kardeşlerden İvan için. Gel de çık işin içinden. Bin tane yüzü olan, bin tane gerçeği bir hakikati örtmek için söyleyen; bin yalanı ise bir arzusunu yaşatmak için söyleyenlerin dünyasında nasıl yaşıyorsun? Arzularından başka mukaddesi olmayanların dünyasında nasıl yaşayabiliyorsun?

Hiçbir şeye inanmayan insanların, günü kurtarmak için olağanüstü çaba sarf eden, her türlü pragmatistliği ve çıkarcılığı yaşamın ön koşulu kabul edenlerin, sevgiyi bile çıkarlarına göre, inancını bile arzularına uyduranların dünyasında anlat dostum, nasıl yaşadın, nasıl yaşıyorsun?

İnsan sesleri şarkılardan, dualardan, sevgi sözlerinden, selamdan, şükürden, iyi niyetten arınırken, nasıl yaşadın? Yaşadın mı?..

Ben ne zaman öldüm? Hatırlıyorum… Kabalık adlı bir din gelmiş ve dilinden asla küfür çıkmamış insanları ele geçirmeye başlamıştı. O günlerin birinde kaba bir el tarafından kalbim ezilmişti. Sahi, sen nasıl yaşadın?