Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dünya Kupası 2022 açılış töreni için gittiği Doha’da Mısır cuntası lideri darbeci Abdülfettah es-Sisi’yle tokalaşarak ayaküstü yaptığı görüşmenin yankıları devam ediyor.

Muhalefet, Ankara-Kahire ilişkilerinin normalleşmesi için atılan adımı “İhvan’ı sattınız” ve benzeri ifadelerle alaylı bir dille eleştirirken, hükümet cephesinden de savunma psikolojisiyle “Ama İhvan da hata yaptı” türünden açıklamalar geliyor.

Oysa muhalefetin haksız eleştirilerine cevap vermek ve Erdoğan’ın Abdülfettah es-Sisi’yle görüşmesinin haklılığını savunmak için İhvan’ı karalamaya hiç gerek yok.

Mısır’la ilişkilerimizin normalleşebilmesi ve Türkiye’nin milli menfaatleri için böyle bir adım atılması zorunluydu ve atıldı.

Hatırlarsanız Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yok sayarak “Muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu’dur” demişti ve bu sözleri haklı olarak büyük tepki çekmişti.

Türkiye’nin Abdülfettah es-Sisi’yi görmezden gelerek Mısır’la ilişkilerini onarması mümkün değildi.

Ayrıca Muhammed bin Zayed ve Muhammed bin Selman’la, hatta PKK’ya tırlar dolusu silah ve mühimmat gönderen ABD Başkanı’yla görüşürken Mısır Cumhurbaşkanı’yla görüşmemekte ısrarın bir anlamı kalmamıştı.

Olay bundan ibaretken araya İhvan eleştirisi sıkıştırmak ayıp olur.

Zaten Erdoğan’ın bizzat kendisi de “Siyasette küslük, dargınlık olmaz” diyerek Doha’da atılan adımı iç ve dış politikanın dinamikliğine bağlıyor.

Müslüman Kardeşler Cemaati hatadan korunmuş değil elbette.

Her parti ve cemaat gibi İhvan’ın da doğrularını ve yanlışlarını konuşabiliriz.

Fakat eleştirilerin sağlıklı ve yararlı olabilmesi için doğru zaman ve zeminde yapılması gerekir.

Örneğin, 15 Temmuz 2016’da yaşananlar konuşulurken “AK Parti’nin de hataları oldu” demek hain darbe girişimini ve darbecileri haklı çıkarma çabalarına hizmet eder.

Türkiye, Arap Baharı sürecinde Arap halklarının özgürlük ve demokrasi taleplerine ilkesel olarak destek verdi ve Mısır’daki askeri darbeyi kınadı.

Ancak Türkiye’nin “demokrasi ihraç etmek” gibi bir iddiası bulunmadığı ve diğer ülkelerde kendisine bağlı proxy örgütler olmadığı, Ankara’nın partileri ve cemaatleri değil ülkelerin başında bulunan hükümetleri muhatap aldığı unutulmamalı.

Bununla birlikte, İslam ülkelerinde ve Müslüman azınlıklar arasında Türkiye’ye çok büyük sevgi ve sempati olduğu gerçeği de göz ardı edilmemeli.

Abdülfettah es-Sisi’yle ve Beşşar el-Esed’le görüşürken İhvan’ı ve Suriyeli muhalifleri kötülemeye kalkarsak hem haksızlık etmiş oluruz hem de onarılması güç yaralar açarız.

El ovuşturup bunun olmasını bekleyen ve Suriyeli muhaliflere “Türkiye Beşşar el-Esed’le anlaşıp sizi satacak. Türkiye’den uzaklaşırsanız sizi destekleriz” diyenler olduğunun Ankara da farkındadır.

Ayrıca Mısır’da darbe karşıtlarının sadece Müslüman Kardeşler Cemaati üyelerinden müteşekkil olmadığı ve Suriye’nin halkın ancak küçük bir kesimini temsil eden “mezhepçi bir azınlık rejimi” tarafından yönetildiği gerçeği akıldan çıkarılmamalı.

Mısır cuntasının ve Suriye rejiminin zulmünden en çok zarar gören kardeşlerimizi bir de biz üzmeyelim ve atılan adımların gerekliliğini uygun bir dille anlatmayı onlara çok görmeyelim.