Evet, o yazıyı yazacağım. Eninde sonunda insanla ilgili olanı anlatacağım sana. Hani, o uzun uzun tiratlar yapılan konular vardı ya, onları bir de benden dinlemeni isteyeceğim. Üzeri örtülen, yok sayılan, duyulmak isteneni bir de ben anlatsam ne olur? Dünya mı değişir, utanır mısın, durup düşünür müsün; yoksa yalanların kemik kadar gerçek, et kadar dokunaklı olduğu bir dünyada utanır mısın hayatından? O biricik hayatından hiç utandın mı?

Kazancakis üç şeye inandığını söylemişti; tanrı, aşk ve ölüm. İnsan, coşkuya kapılınca anlatılana fena halde inanıyor. Mesela Wilhelm Reich’nin ‘Dinle Küçük Adam’ına, Erich Fromm’un ‘Olmak ya da Sahip Olmak’ına, Richard Bach’ın ‘Martı’sına… Nelere inanmadım ki?... Tanrı, aşk ve ölüm; ne kadar afili duruyor değil mi? Mesela, El Greco’ya Mektuplar’ın bir yerinde,  “Tanrı uçurumdur, at kendini uçurumdan” diye bir ifade vardı. Bu Kazancakis’in gerçeğiydi. Çünkü o “tırmanış”a inanmıştı. Onu iliklerine kadar hissetmişti.

Hakikati öldürmek istiyorsan bir dost bul, birine âşık ol, inceliklerle dolu bir hayatın olsun. Eğer hakikati bulmak istiyorsan sakin ol, hemen saldırma bana!

Siyaset, aşk ve dostluk, dünyaya yeterince kustu çılgınlığını, deliliğini ve biz hepsine ne kadar da muhteşem, dedik. Zira, insan tanımlamada da kendine yalan söylemeyi sever. Siyasetin dünyaya yeterince delilik ve aptallık sunduğuna inanan insanlar; aşkın ve dostluğun bize cinnetler veren hastalıklar olduğuna pek inanmazlar. Oysa dostluk ve aşk en nihayetinde alışverişe dönüştüğünde -ki dönüşür- geriye harabeler bırakır. En can alıcı yanı ise her ikisi de adeta tanrı yerine konulacak kadar yüceltilme yeteneğine sahip olduğundan hakikat katilleridir. Önce sevgiyi katleder aşk. Önce arkadaşlığı öldürür dostluk. Yeterince şımartıldığı için ölümü ve hakikati unutturacak denli devleşir. Hakikati perdeleyen dost ve aşık. Belki de tek gerçek yanları, bize, çölde bir kuyu bulabileceğimiz umudunu vermeleridir. Gerçeklikleri bu kadardır ama biz aşkın şarabından içerken, dostun tatlı diline kanarken kaptırırız hülyaya.

Kazancakis’in sözünde değişime uğrayacak yer zannedersen aşktır. Aşkın yerine hayatı koysak belki daha insaflı oluruz zamana ve insana.

Dünyada hakkında en çok konuşulan konular aşk, dostluk ve siyaset olsa gerek; Yaratıcı ve kadın ile birlikte. Ve gariptir, zikredilen bu konular hakkında eğitim almadan bir insan yıllarca konuşabilir. Kendi hakkında üç cümle kuramayan insanların aşkı yücelttiği, siyasete taptığı, dostluk için aforizmalar savurduğu bir dünya bu dünya. Mesela elimi uzatıp bir cümle çekeyim: Her aşk nefretini ve ihanetini bağrında taşır! Hadi bunu böyle biliyorsun da neden aşka tüm canını, ruhunu teslim ediyorsun? Ya da: Her aşk, başka bir aşk için biter, tükenir. E, bunu da biliyorsan ve meze olarak, gübre olarak kullanılıyorsan neden aşktan başka bir muska takmıyorsun boynuna? Ağlaya ağlaya senden ayrılan aslında başka bir sığınak bulduğu için giderken seni yüceltirmiş gibi yaptığını zannediyorsun. Oysa, ağlayarak senin gerçeği öğrenmeni engellemek istiyor, üzerine perde çekiyor. Bunu da biliyorsun. O zaman bu bitimsiz saçma oyunda kalbin de terbiye olmuyor ve kumpastan çıkamıyorsan, durmana mâni olan ne? Aşkı, dostluğu, siyaseti sorgulamaktan seni alıkoyan ne? Sana sadece ihtiyaç duyduğunda gelenin samimiyeti dostluktan mı yoksa tüccarlıktan mı? Seni, sadece gücünü artırmak için kullanan politikacının sana yaklaşmasındaki samimiyet aslında boynuna kement takmak değil mi? Sana kendini sunduğunu zannettiğin sevgili aslında tüm varlığına çöken bir ankebut olmuyor mu rüyanın sonunda?

Sevgiden, arkadaşlıktan ve dürüstlükten payını almayan bir şeyler var aşkta, dostlukta, siyasette. Bu sebepten birbirlerine benziyorlar. Bu sebepten olsa gerek ölüm ve Yaratıcı karşısında buz gibi eriyorlar. Buz gibi erisin ömrüm diyorsanız siyasete, aşka ve dostluğa inanın.

Herkesin aşka, siyasete, dostluğa dair bunca şeyi bilmeleri size de garip gelmiyor mu? Özellikle de her üçünü de kullananlar tarafından...

(Devam edecek...)