Ey, Asya’da ölüme hükmeden, savaşlara çocuklar doğuran kavmim!

Ey, Avrupa önlerinde hayata hükmetmek için çocuklarını doğrayan kavmim!

Akdeniz’de çocuklarını öldüren silahlara, hacdan gelen ak sakallı ihtiyarlarına kurşun sıkanlara, kesintisiz mezarlarına tükürenlere merhametli bakan kavmim!

Savaşmadan var olma hakkı vermiyorsa sana dünya; bir abdest al, elini alnına, gözünü ufka yasla. Bin atına, bin atına. Yok fetih evini tavaf etmekten gayrı.

Ey kavmim! Evin neresi senin?

Gözlerine katran dökülen çocukların derdinden gözünde fer kalmadı. Ey kavmim; ne ölüme ne de yaşama sözün geçer artık; bin atına ve çocuklarının sesi-peşi sıra git gayrı!

Ey kavmim! Yok dostun, üzerine toprak atacak kadar. Yok aşk, iki yakanı birleştirmeyecek. Sadece uyuşturacak seni. Ve sevgili kavmim, sen siyaset konuşa konuşa ölecek, telef olacaksın.

Yazı, yazanı terbiye eder, susturur, delirtir, zınk diye yerine oturtur ya da yüzünüzü yıkayıp dışarı çıkıp yürüme hissi verir. Belki de yazarak insan oluruz; susarak, dua ederek, şükrederek, başkaldırarak insan olduğumuz gibi.

eyyühellezîne

İnsan kendine kafes aramaya çıkan kuşa benzer, ağzında ise özgürlük türküsü vardır. Tuhaf değil mi? Yeryüzünde anlaşılmamak için direnen tek dik yürüyen türüz, elhamdülillah!

âmenû

Siyah bir at gibi kara siyasaya kafa tutmuyorsan, bir yük beygiri olmanı engelleyen ne?

lime

"şimdi öfke baldan tatlı..."

Tekdüze olanı sevmeyiz, tekdüze olanı yaşarız yine de.

tekûlûne

Mevlana, Şems'i pazardan almadı; Şems, Mevlana'ya tüm pazarları dağıtma şevki verdi.

Şems, dışarıda tir tir titrerken; Mevlana, içeride semaya durdu diye kızma. Yana dona yıkılır yalan dünya.

Ve bilinir ki aşkla dostluk imanı katlederken iş birliği yaparlar işveli.

Bin yıldır ağlıyor çocuklar

Masumların yüzlerinden silinen keder

Mendilime kan gibi damlayan sözlerin

Bin yıl daha ağlar çocuklar dert etme

Kemiklerim sızlıyor

Atlar ve rüyalar bizi terk ettiği gün

Bir de paslı bıçak gibi taşıyorum kimliğimi

Masumların yüzlerini yırtıp yırtıp yapıştırıyorum yüzüme

Uzunca bir zaman aradım izlerini satırlarda

Dayanamadım, yıllardan kırpıp yorgunluklar devşirdim

Yazıda,n sevişmelerden, hasretlerden geçtim

Kemiklerimi sızlatan kederi ve duaları unuttum

Düşmanlar buldum kendim kadar acımasız

Yitirdiklerimden sonra aradığım hüzne musallatım şimdi

tef'alûn

Her ne derseniz deyin; yıkım gücü en yüksek hâlet-i rûhiye umut etmektir. Umut, bir başına gelirse, yalanla yaşamayı öğretir. Kanmayı, avunmayı, ağlamayı, beklemeyi, kırılmayı, kaybetmeyi, hakikati ağırdan almayı. Umut, dibi delik bir kovadır. Kovanın dibine ya kaygı ya da şüphe tıkacı yerleştirilmedikçe elde var hüzün; elde var keder.

Saff

İnsan olmak, evet, güzeldir, mucizevidir. Ürpertici olduğunu, insan kalmanın o kadar da kolay olmadığını anladığımızda başlıyor kaygı ve umut arasındaki bitimsiz say(koşu)ımız. Mucize de güzellikte kenara çekilip şaşkınlığımızı seyrediyor.

Sûresi

Nuh'un Gemisi’ne binmek ya da korunaklı binaların pencerelerinden tufanı izlemek. Tufan her dakika kopuyor aslında; pencereler ardından çayınızın şekerini karıştırırken kaynıyor fırtınanın kalbi.

2.

Buyurun dostlar, hatırlatın insanın neden kavga etmesi gerektiğini, insanın neden insan kalması gerektiğini, şehirlerden neden öç alınması gerektiğini; unuttuklarımı hatırlatın!

Ayet

Filmlerde, kitaplarda ya da anılardaki devrimci, derviş, dindar çocuklar neden o kadar sahici değiller? Biliyorum artık. Bir an için, bir hareket için, bir hamle için yaşıyoruz. Mecnun; Leyla'yı tanımam, Mevla'yı tanırım, dediğinde var oldu. Malcolm Kâbe'ye yürüdüğünde silindi 38 yılı. 24 saat devrimci olmak... Kimimize nöbetçi dervişlik-devrimcilik düştü. Tabii, buna da şükür demek var, nöbetçi insan olmak en ağır ceza olsa gerek!